Çarşamba, Nisan 29, 2020

İstiğfar ve Mağfiret

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ 
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ والصَّلاةُ والسَّلامُ عَلَى رَسولِ اللَّهِ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحابِهِ أَجْمَعِينَ

Âfv, günahı bağışlamaktır. Mağfiret, Günahı örtmekle beraber günahın şerrinden korumaktır.
Bazı âlimlere göre; İstiğfar, günahtan sorumlu tutmamaktır. Mağfiret, günahın seyyiâtını hasenâta tebdîl etmektir.

Furkan Sûresi 70. Âyet-i Kerîmesinde şöyle buyurulmaktadır:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
Meâl-i Şerîfi : Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların seyyiatını (kötülüklerini) hasenâta tebdil eder (iyiliklere çevirir). Allah, Ğafûr (çok bağışlayandır), Rahîm (çok merhamet eden)dir.

İSTİĞFAR: اَلْإسْتِغْفَار: Allah (c.c.)’ dan bağışlanma, âf ve mağfiret dilemek demektir.
MAĞFİRET: اَلْمَغْفِرَةُ: Allah (c.c.) tarafından günahların bağışlanması anlamında bir terim.

Sözlükte “örtmek, gizlemek, birinin kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak” mânasına gelen gafr (gufrân) kökünden türemiştir.

Allah’a nisbet edildiğinde “kulunun günahını örtüp kusurunu bağışlaması” anlamına gelir (Lisânü’l-Ârab, “ğfr md.).

Râgıb el-İsfahânî, Allaha izâfe edilen mağfireti kulunu azap görmekten koruması şeklinde açıklamıştır. Aynı kökten gelen istiğfâr kişinin kusurunun bağışlanmasını Allahtan talep etmesi demektir. 
Râgıb el-İsfahânîye göre bu talebin hem söz hem fiille olması gerekir; aksi halde istiğfar kişiyi yalancı durumuna düşürür (el-Müfredât, “ğfr” md.).

Kur’ân-ı Kerîm’de mağfiret kökünden türeyen toplam 234 kelimenin 229’u Allah’a nisbet edilmiştir (gāfir, gafûr, gaffâr, gufrân, mağfiret, istiğfâr).
Bunların kırk ikisi istiğfar kavramı etrafında şekillenmiş olup sonuç itibariyle Allah’ın bağışlayıcı niteliğine râcidir. Bu arada mağfiret kelimesi bir yerde “başkasının kusurunu görmeme” anlamında insana (el-Bakara 2/263), yirmi yedi âyette de Allah’a nisbet edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ġfr md.).

Mağfiret kavramı, Kuran’ın yaklaşık 100 sûresinde yer almak suretiyle Allah’ın engin merhamet ve bağışlayıcılığını ifade etmektedir.

Ayrıca, “Şunu bilmelisin ki rabbinin bağışlayıcılığı engindir” (en-Necm 53/32) gibi müjdeleyici beyanlardan başka mağfiret kavramının geçtiği âyetlerin çoğunda mağfiretle birlikte büyük ecir, nicelik ve nitelik açısından üstün değerli rızık ve cennetlerin verileceği beyan edilmektedir.
İnsan ne kadar çaba sarfetse de kendi ölçüleri çerçevesinde bile ideal bir kişi olamaz. Hayatında yaratana ve yaratılmışlara karşı yanlış davranışlarda bulunmadığını kendi vicdanında kabul edecek birinin mevcudiyetini düşünmek kolay değildir. 
Bu açıdan bakıldığında en büyük saygıya lâyık olan Allah’ın kendisine karşı işlenen hataları affetmesi kişinin hayata bağlanmasını sağlamakta, ebedî âlem hususunda ümitsizliğe kapılmasını önlemekte ve onu yapıcı bir psikolojiye yükseltmektedir.

Bu konudaki âyetlerin genel muhtevasından anlaşılacağı üzere affedicilik geniş kapsamlı ilâhî bir vasıf olmakla birlikte gerçekleşmesi insanda bulunması gereken bazı niteliklere bağlıdır. Bunların başında tereddütsüz iman gelir. Birçok âyette buna yararlı davranışlar da (amel-i sâlih) eklenmiştir.

Enfâl sûresindeki âyetlerde (8/2-4) Allah katında yüksek dereceler, mağfiret ve tükenmez rızkın va’d edildiği tereddütsüz imanın vasıfları şöyle sıralanmıştır:

1- Allah’ın anılması halinde kalbin korkuya yaklaşan bir saygıya bürünmesi,
2- Kur’an âyetlerine vâkıf olunduğu oranda imanın pekişmesi,
3- Allah’a tevekkül edilmesi,
4- Namazın kılınması
5- Allah yolunda harcama yapılması.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ
وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَـقاًّۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ

Enfâl Sûresi (2-4). Âyet-i Kerîmeleri ve Meâl-i Şerîfleri:
2-Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır. Onlar yalnızca rablerine güvenirler. 
3-Namazlarını özenle kılarlar, kendilerine verdiğimiz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcarlar. 
4-Gerçek müminler işte onlardır. Rableri katında onlar için yüksek mevkiler, bağışlanma ve değerli rızık vardır.
وعنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رضِي اللَّه عنْهُما قَال : قالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :
 « منْ لَزِم الاسْتِغْفَار ، جعل اللَّه لَهُ مِنْ كُلِّ ضِيقٍ مخْرجاً ، ومنْ كُلِّ هَمٍّ فَرجاً ،

 وَرَزَقَهُ مِنْ حيْثُ لا يَحْتَسِبُ »  رواه أبو داود  .
1877. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.” 
Ebû Dâvûd, Vitir 26. İbni Mâce, Edeb 57, Riyâzu’s-Sâlihîn H.N:1877

Hadisimiz, istiğfâra devam etmenin insana sağlayacağı maddî ve mânevî faydaları dile getirmektedir.
Mü’min, her fırsatta, Resûlullah Efendimiz (s.a.v)’in yaptığı gibi, istiğfâra devam etmelidir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) istiğfâr getiren kimselerin, bunları amel defterlerinde göreceğini söylemekte ve çok istiğfâr getirenleri de “Onlara müjdeler olsun” diye tebrik etmektedir (İbni Mâce, Edeb 57).

Böyle güzel bir âdete sahip olmayanlar ise, hiç değilse başlarına bir sıkıntı, üzüntü, elem, keder geldiğinde istiğfârı dilden düşürmemelidir.
Zira insanın dara düştüğü zamanlarda bile olsa Rabbini hatırlayıp O’na yönelmesi Cenâb-ı Hakk’ı memnun eder. Kulunun üzüntüsünü ve sıkıntısını giderir. Maddî bakımdan bir darlık içinde ise, ona hiç beklemediği ve ummadığı bir yerden helâl rızık nasip eder. Elini genişletir, gönlünü ferahlatır.

Hz. Peygamberimiz (s.a.v)’in bu hadîs-i şerîfi Talâk Sûresinin 3. ayetinden aldığı anlaşılmaktadır:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ

Meâl-i Şerîfi:

“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu sağlar. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Ve kim Allah’a güvenirse, Allah ona yeter” 

Tâbiîn neslinin en tanınmış şahsiyetlerinden biri olan Hasan-ı Basrî (r.a) hazretlerine adamın biri kuraklıktan, diğeri fakirlikten, öteki çocuklarının azlığından, bir başkası tarlasının verimsizliğinden şikâyet ederek himmetini ve kendilerine yol göstermesini istemişlerdi. Bu büyük veli, onların her birine istiğfâr etmelerini tavsiye etmişti.
Yanında bulunanlar ona, bu kimselerin dert ve sıkıntılarının ayrı ayrı olduğunu, onların hepsine neden aynı şeyi tavsiye ettiğini sormuşlardı.
Hasan-ı Basrî (r.a) hazretleri onlara, kendisinden himmet bekleyenlerin dertlerine devâ olacak Nuh Sûresi (10-12). âyet-i kerîmelerini okudu:


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ اِنَّهُ  كَانَ غَفَّاراًۙ ﴿١٠﴾
يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراًۙ ﴿١١﴾ 

وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَاراًۜ ﴿١٢﴾  

Meâl-i Şerîfi :
“Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın”

Hadisimizde dile getirilen darlık ve sıkıntı sadece dünyadaki kederleri ve üzüntüleri değil, âhiret hayatındaki zorlukları da kapsamaktadır. Binaenaleyh günahlarına tövbe ederek istiğfâra devam eden kimseyi Allah Teâlâ âhiretteki sıkıntılarından da kurtaracaktır.

Ebû Zer el-Gıfârî’den rivayet edilen kutsî bir hadise göre Cenâb-ı Hak, kendisinin özel olarak koruduğu kimseler hariç bütün insanların hatalı olduğunu bildirmiş, bu sebeple zâtından mağfiret dilenmesi halinde kusurları bağışlayacağını vaad etmiştir (İbn Mâce, “Zühd”, 30).

Kur’an ve sahih hadislerden oluşan naslarda Allah’tan samimiyetle mağfiret dilenmesi halinde şirk dışındaki bütün günahların affedileceği belirtilmektedir. Bununla birlikte diğer bazı naslar göz önünde bulundurulduğunda kul hakkının bağışlanmayacağı anlaşılır, zira bu hakkın sahibi Allah değil kuldur. Ayrıca bağışlanma talebi bir nevi tövbe niteliği taşır.

Kaynaklar :
TDV, İslâm Ansiklopedisi, İstiğfar ve Mağfiret maddeleri.
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ġfr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ġfr” md.;et-Taʿrîfât, Maġfiret md.; M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ġfr md.;
Buhârî, Eân”, 32, “udûd”, 27, “Tevîd”, 24, “Vuûʾ, 38;
Müslim, udûd”, 22, “Tevbe”, 45; İbn Mâce, “Zühd”, 30.

Hiç yorum yok:

basmalah_sparkling

Arama Motoru / Search