بِسْمِ
اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ والصَّلاةُ والسَّلامُ عَلَى رَسولِ اللَّهِ
وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحابِهِ أَجْمَعِينَ
Âfv, günahı
bağışlamaktır. Mağfiret, Günahı örtmekle beraber günahın şerrinden korumaktır.
Bazı âlimlere göre; İstiğfar, günahtan sorumlu tutmamaktır.
Mağfiret, günahın seyyiâtını hasenâta tebdîl etmektir.
Furkan Sûresi 70. Âyet-i Kerîmesinde şöyle buyurulmaktadır:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِلَّا
مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ
حَسَنَاتٍۜ
وَكَانَ
اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً
Meâl-i Şerîfi : Ancak tövbe edip de inanan
ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların seyyiatını (kötülüklerini)
hasenâta tebdil eder (iyiliklere çevirir). Allah, Ğafûr (çok bağışlayandır),
Rahîm (çok merhamet eden)dir.
İSTİĞFAR: اَلْإسْتِغْفَار: Allah
(c.c.)’ dan bağışlanma, âf ve mağfiret dilemek demektir.
MAĞFİRET: اَلْمَغْفِرَةُ: Allah (c.c.) tarafından günahların bağışlanması
anlamında bir terim.
Sözlükte “örtmek, gizlemek, birinin
kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak”
mânasına gelen gafr (gufrân) kökünden türemiştir.
Allah’a nisbet edildiğinde “kulunun günahını örtüp kusurunu
bağışlaması” anlamına gelir (Lisânü’l-Ârab, “ğfr” md.).
Râgıb el-İsfahânî, Allah’a izâfe
edilen mağfireti
kulunu azap görmekten
koruması şeklinde açıklamıştır. Aynı kökten
gelen istiğfâr “kişinin kusurunun bağışlanmasını Allah’tan talep etmesi”
demektir.
Râgıb el-İsfahânî’ye göre bu
talebin hem söz hem fiille olması gerekir; aksi halde istiğfar kişiyi yalancı
durumuna düşürür (el-Müfredât, “ğfr” md.).
Kur’ân-ı Kerîm’de mağfiret kökünden
türeyen toplam 234 kelimenin 229’u Allah’a nisbet edilmiştir (gāfir, gafûr, gaffâr, gufrân, mağfiret,
istiğfâr).
Bunların
kırk ikisi istiğfar kavramı etrafında şekillenmiş olup sonuç itibariyle
Allah’ın bağışlayıcı niteliğine râcidir. Bu arada mağfiret kelimesi bir yerde “başkasının kusurunu görmeme” anlamında insana (el-Bakara 2/263), yirmi yedi âyette de Allah’a nisbet
edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ġfr” md.).
Mağfiret
kavramı,
Kur’an’ın yaklaşık
100 sûresinde
yer almak suretiyle Allah’ın
engin merhamet ve bağışlayıcılığını
ifade etmektedir.
Ayrıca, “Şunu bilmelisin ki rabbinin bağışlayıcılığı engindir” (en-Necm 53/32) gibi müjdeleyici beyanlardan başka
mağfiret kavramının geçtiği âyetlerin çoğunda mağfiretle birlikte büyük ecir,
nicelik ve nitelik açısından üstün değerli rızık ve cennetlerin verileceği
beyan edilmektedir.
İnsan ne kadar çaba sarfetse de kendi ölçüleri çerçevesinde
bile ideal bir kişi olamaz. Hayatında yaratana ve yaratılmışlara karşı yanlış
davranışlarda bulunmadığını kendi vicdanında kabul edecek birinin mevcudiyetini
düşünmek kolay değildir.
Bu açıdan bakıldığında en büyük saygıya lâyık olan
Allah’ın kendisine karşı işlenen hataları affetmesi kişinin hayata bağlanmasını
sağlamakta, ebedî âlem hususunda ümitsizliğe kapılmasını önlemekte ve onu
yapıcı bir psikolojiye yükseltmektedir.
Bu konudaki âyetlerin genel
muhtevasından anlaşılacağı üzere affedicilik geniş kapsamlı ilâhî bir vasıf
olmakla birlikte gerçekleşmesi insanda bulunması gereken bazı niteliklere
bağlıdır. Bunların başında tereddütsüz iman gelir. Birçok
âyette buna yararlı davranışlar da (amel-i sâlih) eklenmiştir.
Enfâl sûresindeki âyetlerde (8/2-4)
Allah katında yüksek dereceler, mağfiret ve tükenmez rızkın va’d edildiği
tereddütsüz imanın vasıfları şöyle sıralanmıştır:
1-
Allah’ın anılması halinde kalbin korkuya yaklaşan bir saygıya bürünmesi,
2-
Kur’an âyetlerine vâkıf olunduğu oranda imanın pekişmesi,
3-
Allah’a tevekkül edilmesi,
4-
Namazın kılınması
5-
Allah yolunda harcama yapılması.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِنَّمَا
الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ
وَاِذَا
تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَعَلٰى رَبِّهِمْ
يَتَوَكَّلُونَۚ
اَلَّذ۪ينَ
يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ
حَـقاًّۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ
Enfâl Sûresi (2-4). Âyet-i Kerîmeleri ve Meâl-i Şerîfleri:
2-Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı
anıldığında yürekleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bu
onların imanlarını arttırır. Onlar yalnızca rablerine güvenirler.
3-Namazlarını özenle kılarlar, kendilerine
verdiğimiz şeylerden bir kısmını Allah yolunda harcarlar.
4-Gerçek müminler işte onlardır. Rableri
katında onlar için yüksek mevkiler, bağışlanma ve değerli rızık vardır.
وعنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رضِي
اللَّه عنْهُما قَال : قالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم :
«
منْ لَزِم الاسْتِغْفَار ، جعل اللَّه لَهُ مِنْ كُلِّ ضِيقٍ مخْرجاً ، ومنْ كُلِّ
هَمٍّ فَرجاً ،
وَرَزَقَهُ مِنْ حيْثُ لا يَحْتَسِبُ » رواه أبو داود .
1877. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ’dan rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse,
Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu
gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.”
Ebû Dâvûd, Vitir 26. İbni Mâce, Edeb 57,
Riyâzu’s-Sâlihîn H.N:1877
Hadisimiz,
istiğfâra devam etmenin insana sağlayacağı maddî ve mânevî faydaları dile
getirmektedir.
Mü’min,
her fırsatta, Resûlullah Efendimiz (s.a.v)’in yaptığı gibi, istiğfâra devam
etmelidir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) istiğfâr getiren kimselerin, bunları
amel defterlerinde göreceğini söylemekte ve çok istiğfâr getirenleri de “Onlara
müjdeler olsun” diye tebrik etmektedir (İbni Mâce, Edeb 57).
Böyle
güzel bir âdete sahip olmayanlar ise, hiç değilse başlarına bir sıkıntı,
üzüntü, elem, keder geldiğinde istiğfârı dilden düşürmemelidir.
Zira
insanın dara düştüğü zamanlarda bile olsa Rabbini hatırlayıp O’na yönelmesi
Cenâb-ı Hakk’ı memnun eder. Kulunun üzüntüsünü ve sıkıntısını giderir. Maddî
bakımdan bir darlık içinde ise, ona hiç beklemediği ve ummadığı bir yerden
helâl rızık nasip eder. Elini genişletir, gönlünü ferahlatır.
Hz. Peygamberimiz (s.a.v)’in bu hadîs-i şerîfi Talâk Sûresinin
3. ayetinden aldığı anlaşılmaktadır:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا
يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ
Meâl-i Şerîfi:
“Kim
Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu sağlar. Ve ona beklemediği yerden
rızık verir. Ve kim Allah’a güvenirse, Allah ona yeter”
Tâbiîn
neslinin en tanınmış şahsiyetlerinden biri olan Hasan-ı Basrî (r.a)
hazretlerine adamın biri kuraklıktan, diğeri fakirlikten, öteki çocuklarının
azlığından, bir başkası tarlasının verimsizliğinden şikâyet ederek himmetini ve
kendilerine yol göstermesini istemişlerdi. Bu büyük veli, onların her birine
istiğfâr etmelerini tavsiye etmişti.
Yanında
bulunanlar ona, bu kimselerin dert ve sıkıntılarının ayrı ayrı olduğunu,
onların hepsine neden aynı şeyi tavsiye ettiğini sormuşlardı.
Hasan-ı
Basrî (r.a) hazretleri onlara, kendisinden himmet bekleyenlerin dertlerine devâ
olacak Nuh Sûresi (10-12). âyet-i kerîmelerini okudu:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ
اِنَّهُ كَانَ غَفَّاراًۙ ﴿١٠﴾
يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ
مِدْرَاراًۙ ﴿١١﴾
وَيُمْدِدْكُمْ بِاَمْوَالٍ
وَبَن۪ينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ اَنْهَاراًۜ ﴿١٢﴾
Meâl-i Şerîfi :
“Rabbinizden mağfiret
dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol
bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan
etsin, sizin için ırmaklar akıtsın”
Hadisimizde
dile getirilen darlık ve sıkıntı sadece dünyadaki kederleri ve üzüntüleri
değil, âhiret hayatındaki zorlukları da kapsamaktadır. Binaenaleyh günahlarına
tövbe ederek istiğfâra devam eden kimseyi Allah Teâlâ âhiretteki
sıkıntılarından da kurtaracaktır.
Ebû Zer el-Gıfârî’den rivayet edilen kutsî bir hadise göre Cenâb-ı Hak, kendisinin özel olarak koruduğu kimseler hariç bütün insanların hatalı
olduğunu
bildirmiş, bu
sebeple zâtından mağfiret
dilenmesi halinde kusurları bağışlayacağını vaad etmiştir (İbn Mâce,
“Zühd”, 30).
Kur’an
ve sahih hadislerden oluşan naslarda Allah’tan samimiyetle mağfiret dilenmesi
halinde şirk dışındaki bütün günahların affedileceği belirtilmektedir. Bununla
birlikte diğer bazı naslar göz önünde bulundurulduğunda kul hakkının
bağışlanmayacağı anlaşılır, zira bu hakkın sahibi Allah değil kuldur. Ayrıca
bağışlanma talebi bir nevi tövbe niteliği taşır.
Kaynaklar :
TDV, İslâm Ansiklopedisi, İstiğfar ve Mağfiret maddeleri.
Râgıb
el-İsfahânî, el-Müfredât, “ġfr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ġfr”
md.;et-Taʿrîfât, “Maġfiret”
md.; M. F. Abdülbâkī,
el-Muʿcem, “ġfr” md.;
Buhârî, “Eẕân”, 32, “Ḥudûd”, 27, “Tevḥîd”, 24, “Vuḍûʾ”, 38;
Müslim, “Ḥudûd”, 22, “Tevbe”, 45;
İbn Mâce, “Zühd”, 30.