كتاب السلام
131- باب فضل السلام والأمر بإفشائه
SELÂM BÖLÜMÜ
SELÂMIN VE
SELÂMLAŞMAYI YAYGINLAŞTIRMANIN FAZÎLETİ
بِسْمِ اللّٰهِ
الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ
رَبِّ اْلعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ
وَعَلٰى اٰلِهِ وَ اَصْحَابِه أَجْمَعِينَ
Âyetler :
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ
بُيُوتِكُمْ
حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا
وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
[27]
1. “Ey iman edenler!
Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip ev halkına
selâm vermeden girmeyin.” Nûr Sûresi (24), 27. Ayet-i Kerîmesi
Nûr
Sûresi’nde bir sonraki âyetin meâli şöyledir:
فَإِن لَّمْ تَجِدُوا فِيهَا أَحَدًا فَلَا تَدْخُلُوهَا حَتَّى
يُؤْذَنَ لَكُمْ
وَإِن قِيلَ لَكُمُ ارْجِعُوا
فَارْجِعُوا هُوَ أَزْكَى لَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ [28]
“Orada kimse
bulamazsanız, size izin verilinceye kadar girmeyin. Eğer size geri dönün
denilirse hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha temiz bir davranıştır”.
Bu âyetler, bize başkalarına ait
evlere girme ve misafir olma gibi önemli bir konuda nasıl davranılacağının
edebini öğretmektedir. Çünkü başkalarının mülküne izinsiz girmek, İslâm
nazarında haram, hukuken de yasaktır. İnsanın kendi mülkü olan, dinen ve
hukuken girmeye hakkı bulunan ev içerisinde bile başkalarının odalarına
habersiz ve selâmsız girmek, din açısından ve terbiye yönünden yasak
kılınmıştır. İnsanın bir eve geldiğini fark ettirmesi, ev halkından içeri
girmek üzere izin istemesi demektir. Gerçekte iznin mahiyeti, evin
girmeye müsait olup olmadığını öğrenmektir. Herhangi bir eve veya odaya baskın
yapar gibi girmek câiz değildir. Âyette geçen “istînâs” kelimesini Resûl-i Ekrem, öksürerek, tekbir ve tesbih
ile ev halkını haberdar etmek olarak açıklamıştır. “Teslim”
ise, es-selâmü aleyküm demektir. Böyle girilmediği takdirde, ev sahibinin
girmek isteyene karşı her türlü müdafaa hakkı doğar. Çünkü meskenler, her türlü
tecavüzden ve edepsizlikten korunmalıdır.
Câhiliye Arapları birinin evine vardıkları zaman mahremiyete saygı
göstermez dünya ve âhiret saadetini temenni etmek olan selamı da bilmezlerdi. “Sabahınız hayat olsun” veya “hayr olsun”, “aydın
olsun”, “akşamınız hayat olsun”
gibi sözler söylerlerdi. Bunlarla günümüzde kullanılan “günaydın”, “tünaydın”
sözleri arasında garip bir benzerlik vardır. Bunlar kötü bir şey
olmamakla beraber, İslâm’ın selâmının yerini tutmayan anlık temennilerdir.
Üstün bir medeniyet olan İslâm’ın bize öğrettikleriyle güdük medeniyetlerin
âdetleri olan sözler kıyas edilemez.
Bir eve gelindiğinde izin isterken
veya günümüzde yaygın bir âdet olan kapıların zilleri çalındıktan sonra yüzünü
kapıya doğru dönmeyip, sağa veya sola yönelerek, içeriyi görmeyecek
şekilde durup beklenilmelidir. Bir adam Peygamberimize gelerek:
– Annemden de izin
isteyecek miyim, diye sormuştu. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) :
– Evet, annenden de izin isteyeceksin, buyurdu. Adam:
– Ama onun benden başka
hizmet edeni yok, her girişimde izin mi isteyeyim, deyince:
– Ananı çıplak görmeyi arzu eder misin,
cevabını verdiler. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr,
VI, 173).
لَيْسَ عَلَى الْأَعْمَى حَرَجٌ وَلَا عَلَى الْأَعْرَجِ حَرَجٌ
وَلَا عَلَى الْمَرِيضِ حَرَجٌ وَلَا عَلَى أَنفُسِكُمْ أَن تَأْكُلُوا مِن
بُيُوتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ آبَائِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أُمَّهَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ
إِخْوَانِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخَوَاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَعْمَامِكُمْ أَوْ
بُيُوتِ عَمَّاتِكُمْ أَوْ بُيُوتِ أَخْوَالِكُمْ أَوْ بُيُوتِ خَالَاتِكُمْ أَوْ
مَا مَلَكْتُم مَّفَاتِحَهُ أَوْ صَدِيقِكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن
تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا فَإِذَا دَخَلْتُم بُيُوتًا فَسَلِّمُوا عَلَى أَنفُسِكُمْ تَحِيَّةً
مِّنْ عِندِ اللَّهِ مُبَارَكَةً طَيِّبَةً كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ
الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُون [61]
2. “Evlere
girdiğiniz zaman, Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak
kendinize (birbirinize) selâm verin.”
Nûr Sûresi (24), 61. Ayet-i Kerîmesi
Mü’minler, kendi evlerine
girdiklerinde de âile fertlerine selâm verirler. Çünkü selâm, insanın
başkalarına hem dünya hem âhirette sâadet dilemesidir. Selâmı alan da aynı
şekilde dua ile mukabelede bulunmuş olur. Durum böyle olunca, kişinin kendi
aile efradına selâm vermesi daha da önem kazanır. Hatta bu âyet evde kimse
olmasa bile, giren kimsenin kendi kendine selâm vermesi gerektiğine delil
getirilmiştir. Bu durumda verilecek selâmın “es-selâmü aleynâ ve alâ
ibâdillâhi’s-sâlihîn” şeklinde olması gerektiği belirtilir.
وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ
رُدُّوهَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا [86]
3. “Bir selâm ile
selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya verilen
selâmı aynen iâde edin.”
Nisâ suresi (4), 86. Ayet-i Kerîmesi
Âyet-i kerîmede geçen “tahiyye” kelimesinin Arap dilinde başka
anlamları varsa da, İslâm’da selâm anlamına kullanılmıştır. Kur’an âyetleri
bunu açıkça belirtir:
Mü’minlerin cennette birbirlerine iyilik
temennileri selâmdır. [İbrâhîm suresi (14), 23. Ayet-i Kerîmesi]
Allah’a kavuştukları
gün de Allah’ın onlara iltifatı selâmdır [Âhzâb
suresi (33), 44. Ayet-i Kerîmesi]
Bilindiği gibi selâmın en kısası “es-selâmü
aleyküm” sözüdür. Kendisine böyle selâm verilen kimse, bir kelime artırarak
selâmı alır, “ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullâh”
derse işte bu daha güzeliyle selâm vermek diye adlandırılır. Bu tarzda
selâm verme âdeti İslâm ümmetine hastır. Aşağıda açıklayacağımız hadislerde
konuyu daha etraflıca ele alma imkânı bulacağız. “Selâm”
aynı zamanda Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinden biridir. Bu sebeple,
müslümanlar selâma ve selâmlaşmayı yaygın hale getirmeye çok büyük önem
vermişlerdir. Diğer milletlerin selâmı çoğunlukla işaretlerledir. Meselâ Hristiyanların
selâmı elini ağzına koymak, Yahudilerinki, birbirine parmaklarla işaret etmek
veya baş eğip bel kırmak, Mecûsîlerinki eğilmek, Cahiliye Araplarınınki
de Allah ömürler versin demek şeklinde olduğu nakledilir.
Bu âyet-i Kerîme’den hareketle
ulemamız selâm vermenin sünnet; selâm almanın farz-ı kifâye olduğu hükmüne
varmışlardır. Fakat bunun yeri konusunda bazı sınırlar çizmişler, meselâ oyun
oynayana, şarkı söyleyene, abdest bozmakta olana, hamamda veya başka bir yerde
çıplak bulunana selâm verilmeyeceğini; hutbe, sesli olarak Kur’an okuma, hadis
rivayeti, ilim okutma, ezan ve ikâmet esnasında da selâm alınmayacağını ifade
etmişlerdir.
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ [24]
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ
مُّنكَرُونَ [25]
4. “İbrahim’in şerefli
misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani onlar İbrahim’in huzuruna girmişlerdi
de, selâm sana, demişlerdi. İbrahim, size de selâm, demişti.”
Zâriyât sûresi (51), 24-25. Ayet-i Kerîmesi
Müfessirler, İbrahim’in şerefli
konuklarının melekler olduğunu ifade ederler. Bu görüşlerini âyetteki “el-mükramîn:
ikram edilenler” kelimesini açıklayan “lutuf ve ihsâna mazhar olmuş
kullardır” âyetine dayandırırlar [Enbiyâ sûresi (21), 26]. Buradaki selâm
kelimesi, sana selâm verir selâmet dileriz, anlamındaki Arapça dua metninin
kısaltılıp hafifletilmiş ifadesidir. Böylece selâmın meleklerin âdeti ve
İbrahim aleyhi’s-selâm’ın da
sünneti olduğunu öğrenmiş olmaktayız.
Hadisler
:
وعن عبد الله بن عمرو بن العاص رضي الله
عنهما أن رجلا سأل رسول الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أيُّ الإْسلام خَيْرٌ ؟
قال « تُطْعم الطَّعَامَ ، وَتَقْرأُ السَّلام عَلَىَ مَنْ عَرِفَتَ وَمَنْ لَمْ
تَعْرِفْ » . متفق عليه .
846. Abdullah
İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– İslâm’ın hangi
özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem:
“Yemek yedirmen,
tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir”
buyurdu.
Buhârî, Îmân 20;
İsti‘zân 9, 19; Müslim, Îmân 63. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Nesâî, Îmân
12
Açıklamalar
:
Resûl-i Ekrem
Efendimiz’e en çok sorulan sorulardan biri, hangi müslümanın veya hangi İslâmî
özelliklerin daha hayırlı olduğu idi. Peygamberimiz bu sorulara çeşitli
cevaplar vermiştir. Bunun sebebi, çoğu kere soran kimsenin ihtiyacının ne
olduğunu bilmesidir. İslâm dininin yeryüzünde sağlamaya çalıştığı temel
esaslardan biri, insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygı duymalarıdır.
Bunun için gerekli ve yararlı olan her şeyi dinimiz teşvik etmiştir. Bunların
zıddı olan ve insanların birbirlerinden nefret etmesine, uzaklaşmasına sebep
olan şeyleri de yasaklamıştır. Kardeşlik, dostluk, sevgi ve saygı mutlak
anlamda hayırdır. İnsanlara yemek yedirmek, selâm vermek ve benzeri davranışlar
mutlak hayır değil, mutlak hayra vesile olan davranışlardır. Bu sebeple de bu
özellikler teşvik edilmiştir. Fakirlere, yoksullara, düşkünlere, aç kalanlara
veya eşe dosta yemek ikram etmek, cömertliğin ve güzel ahlâk sahibi olmanın
göstergesidir. Çünkü açlık, insanın hayatta karşılaşabileceği felâketlerin en
başta gelenlerinden biridir. Bu sebepledir ki zekât ve sadaka mâlî ibâdet
sayılmış ve mü’minler bu ibadete ısrarla teşvik edilmişlerdir. Zira diğer bütün
ibadetlerimizden farklı olarak bu ibadetin sosyal boyutu toplumda dengeyi
sağlar, huzur ve güvene katkıda bulunur, insanların birbirine sevgi ve saygı
duymasında en önemli rolü oynar.
Selâm, müslümanların
âdeta parolasıdır. Birbirini tanımayan insanlar birbirlerine selâm verip
alınca, aralarında ilk anlaşma va kaynaşma sağlanmış olur. Çünkü her ikisi en
büyük müşterekte, din kardeşi olma ortak paydasında buluşmuşlar demektir.
Ayrıca selâm, dostluğun, kardeşliğin, karşısındakine sevgi ve saygı duymanın,
mütevazi davranmanın, insanların kalplerini kazanmanın da ilk basamağıdır. Bu
sebeple tanıdık tanımadık her müslümana selâm vermek Efendimiz’in bir çok
hadislerinde teşvik edilmiştir. Abdullah İbni Ömer’den gelen bir rivayette
Peygamberimiz: “Selâmı yayınız, fakir
ve yoksulları doyurunuz, böylelikle Azîz ve Celîl olan Allah’ın size emrettiği
şekilde kardeşler olunuz” buyurmuşlardır (İbni Mâce, Et’ime 1).
Ebû Hüreyre’den gelen bir rivayette de: “İmandan
sonra güzel davranışların en üstünü, insanlara karşı sevgi beslemektir”
buyurulmuştur (Süyûtî,
el-Fethu’l-kebîr, I, 207).
Hadisimiz 551 numara ile de geçmişti.
Hadisten
Öğrendiklerimiz :
1. Yemek ikramı dinimizin teşvik ettiği
güzel davranışlardan biri olup, kalplerin birbirine ısınmasına, sevgi ve
kardeşliğin artmasına vesile teşkil eder.
2. İslâm cömertliği teşvik etmiş,
cimriliği ise kınamıştır.
3. Müslümanların, birbirlerini tanısınlar
tanımasınlar, selâmlaşmaları dînî bir vazifedir. Bu anlamda selâm vermek
sünnet, almak ise farzdır.
4. Selâm, dostluğun, kardeşliğin, tevâzuun
ve insanlarla medenî ilişki kurmanın vesilesi ve ilk adımıdır.
5. Başka hiçbir söz selâmın yerini tutmaz,
onu asla tam olarak karşılamaz.
وعن أبي هريرة رضي الله عنه عن النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم
قال « لما خَلَقَ الله آدم صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : اذْهَبْ فَسَلِّمْ
عَلَى أُولئِكَ نَفَرٍ مِنَ الَمَلاَئكة جُلُوسٌ فاسْتمعْ ايُحَيُّونَكَ فَإنَّها
تَحيَّتُكَ وَتَحِيَّةُ ذُرِّيَّتِك. فقال : السَّلام عَلَيْكُمْ، فقالوا :
السَّلام ُ عَلَيْكَ وَرَحْمةُ الله ، فَزادُوهُ : وَرَحْمةُ الله » متفق عليه .
847. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ Âdem sallallahu aleyhi ve sellem’i yaratınca ona:
– Git şu oturmakta olan
meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce
dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhi’s-selâm meleklere:
– es-Selâmü aleyküm,
dedi. Melekler:
– es-Selâmü aleyke ve
rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh”ı ilâve
ettiler.”
Buhârî, Enbiyâ 1;
İsti’zân 1; Müslim, Cennet 28
Açıklamalar
:
Âdem aleyhi’s-selâm’ın ilk yaratılışının
cennette olduğunu biliyoruz. Onun yeryüzüne indirileceğini ve bütün insanlığın
onun zürriyetinden türeyeceğini Cenâb-ı Hakk ilm-i ezelîsiyle bilmekteydi.
Çünkü bütün mevcûdatı yaratan, onları mükemmel bir nizam içinde idare eden ve
neticede her şeyin ne olacağını bilen sadece O’dur. Bir bakıma insanın ilk
öğretilip eğitildiği yer cennettir denilebilir. Çünkü Kur’an ve Sünnet’te Âdem aleyhi’s-selâm’ın cennetteki
hayatıyla ilgili az sayılmayacak kadar bilgi verilir. Bu öğretim ve eğitim, bir
bakıma insanın yeryüzünü nasıl cennete çevirebileceğinin bilgisi ve tatbikatı
sayılamaz mı? Çünkü insan en güzel bir şekilde, yani cennete girmeye
lâyık bir yapıda yaratılmış, fakat yaratılışının gayesine aykırı davranarak kendisini
cehenneme sürüklemiştir.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhi’s-selâm’a meleklere nasıl
selâm vereceğini öğretti. Meleklere de selâma nasıl karşılık vereceklerini
öğretmişti. Bu, yeryüzünde Âdem’in çocuklarının nasıl selâmlaşacaklarının
öğretilmesiydi. Bunu devam ettirenler onun zürriyetinden gelenlerin mü’min ve
müslüman olanları oldu. Çünkü insanların bir çoğu peygamberlerin gösterdiği
doğru yoldan çıkıp, yanlış yollara saptılar. Meleklerin Âdem aleyhi’s-selâm’ın selâmına bir kelime
ziyadesiyle karşılık vermiş olmaları, âyet-i kerîmede geçen “Bir
selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin” [Nisâ
sûresi (4), 86] emrinin yerine getirilmesidir.
Hadisten
Öğrendiklerimiz :
1.
Allah, Âdem aleyhi’s-selâm’ı
cennette yaratmıştır.
2.
Cennette hâl-i hazırda melekler bulunmaktadır.
3.
Âdem aleyhi’s-selâm’a bazı
hususlar cennette öğretilmiştir.
4.
Selâm önce cennette öğretilmiş olup insanlığın ilk yaratılışından itibaren
bütün dinlerde bulunmaktadır.
5.
Selâmı alırken bir ziyâdesiyle karşılık vermek daha faziletlidir.
وعن أبي عُمارة البراء بن عازبٍ رضي الله
عنهما قال : أمرنا رسولُ الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم بِسَبعٍ : «بِعَيادَةِ
الَمرِيضِ . وَاتِّباع الجَنائز ، وَتشْميت العَاطس ، ونصرِ الضَّعِيف ، وَعَوْن
المظلوم، وإفْشاءِ السَّلام ، وإبرارِ المقسم » متفق عليه ، هذا لفظ إحدى روايات
البخاري .
848. Ebû Umâre Berâ İbni
Âzib radıyallahu anhümâ şöyle
demiştir:
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bize şu yedi şeyi emretti:
Hasta ziyaretini,
cenâzeye iştirak etmeyi, aksırana hayır dilemeyi, zayıfa yardım etmeyi,
mazluma yardımcı olmayı, selâmı yaygın hale getirmeyi ve yemin edenin yemininin
yerine gelmesini temin etmeyi.
Buhârî, Mezâlim 5;
Müslim, Libâs 3. Ayrıca. bk. Tirmizî, Edeb 45; Nesâî, Cenâiz 53
Açıklamalar
:
Bu hadisin, gösterilen
kaynaklarında ve onlar dışındaki muteber hadis eserlerinde farklı rivayetleri
vardır. Buhârî ve Müslim’in Sahih’lerinde birden çok yerde ayrı ayrı râviler ve
değişik metinlerle nakledildiğini görürüz. Bu rivayetlerden bir kısmı daha uzun
ve muhteva olarak daha değişik, bir kısmı ise burada sayılanlar dışında bazı
özelliklere yer vermektedir. Bu kitabımızda da özellikle 241 ve 896 no’lu
hadislere ve kaynaklarına, ayrıca 240 ve 897 no’lu hadislere bakılabilir.
Hz. Peygamber Efendimiz
(Sallallahu âleyhi ve sellem)’in bu hadiste emrettiği hususlar insanlar
arasında iyi ilişkiler geliştirmeye yönelik temel prensiplerden bazılarıdır.
Dinimizin beşerî münasebetlere ne kadar büyük önem verdiğini
Riyâzü’s-sâlihîn’in pek çok bölüm ve bâblarındaki âyet ve hadislerde
görmekteyiz. Özellikle bu hadiste sayılan bazı prensipler farz, bazıları da
sünnet olarak kabul edilir. Zayıfa ve mazluma yardım etmek farz-ı kifâyedir. Verilen selâmı almak bir kişiye farz-ı ayn, cemaate
farz-ı kifâyedir. Hasta ziyareti, cenazenin arkasından kabre kadar gitmek,
aksıran “el-hamdülillah” dediğinde,
“yerhamükellah” diye ona hayır dilemek ve
yemin edenin yeminini yerine getirmesine yardımcı olmak sünnettir. Bunlar İslâm
medeniyeti dışında hiçbir medeniyette ibadet kabul edilmez. Hadisimizde geçen
hususların her biri hakkında daha önce geçtiği yerlerde bilgi vermiştik.
Hadisin burada tekrar edilişinin sebebi, Hz. Peygamber Efendimiz (Sallallahu
âleyhi ve sellem)’in ümmete emrettiği
hususlardan birinin de selâmı yaymak oluşudur. Bu konuyla ilgili âyet ve
hadisler görüldüğü gibi hiç de az değildir. Bu vesileyle müslümanların tanıdık
tanımadık bütün din kardeşlerine karşılaştıkları yerde selâm vermeleri
gerektiğini, verilen selâmın da mutlaka alınması icab ettiğini bir kere
daha hatırlamalıyız.
Hadisten
Öğrendiklerimiz :
1. Müslümanların birbirleri üzerinde
birtakım maddî ve manevî hakları vardır. Bunları yerine getirmeleri, onların
müslümanlıklarının gereğidir.
2. İslâm dini, insanlar arasındaki
münasebetlerin gelişmesine ve iyiliklerin yaygınlaşmasına büyük önem verir.
3. Zayıflara ve mazlumlara yardımcı olmak
farz-ı kifâyedir.
4. Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.
Selâm verilen tek kişi ise selâmı alması farz-ı ayn, bir cemaat ise farz-ı
kifâyedir. Yani cemaatten bir veya birkaç kişinin selâmı almasıyla geri
kalanların üzerinden bu farz kalkmış olur.
5. Hastaları ziyaret etmek, cenazenin
arkasından kabre kadar gitmek, aksırana dua etmek, yemin eden kimsenin yeminini
yerine getirmesine yardımcı olmak sünnettir.
وعن أبي هريرة رضي الله عنه قال : قال رسول الله صَلّى اللهُ
عَلَيْهِ وسَلَّم
« لا تَدْخُلُوا الجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلا تُؤمِنوا حَتى
تحَابُّوا ، أَوَلا أدُلُّكُمْ عَلَى شَئٍ إذا فَعَلْتُمُوهُ تَحاَبَبْتُم ؟
أفْشُوا السَّلام بَيْنَكُم » رواه مسلم.
849. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz;
birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi
seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”
Müslim, Îmân 93. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, İsti‘zân 1; İbni Mâce, Mukaddime 6, Edeb 11
Açıklamalar
:
Cennete sadece mü’min
olanların gireceği Kur’an’ın bize öğrettiği en önemli itikâdî gerçeklerden
biridir. Kur’an’dan öğrendiğimiz bir başka gerçek, Cenâb-ı Hakk’ın bu hususu
peygamberleri vasıtasıyla bütün insanlara bildirmiş olmasıdır. Her peygamberin
ümmeti içinde mü’min olanlar vardır. Mü’min denilince sadece Efendimiz’in ümmetine
mensup olanlar anlaşılmaz. Her toplumun içinde, o topluma gönderilen peygambere
inanan insanlar olmuştur. Bunların her biri mü’min diye adlandırılır. Ancak
Resûl-i Ekrem’in İslâm dinini tebliğinden sonra mü’min kelimesi sadece
müslümanları ifade eder olmuştur. Çünkü yegane hak din İslâm olup, bunun
dışındaki dinlerin gerçek din ve Allah’ın hoşnut olduğu din kabul edilmeyeceği
Kur’an’da açıkça beyan edilmiştir. Hz. Âdem aleyhi’s-selâm’dan Resûl-i Ekrem Efendimiz’e kadar gelip geçmiş
bütün peygamberler aynı ilâhî esasları ve itikâdî prensipleri tebliğ
etmişlerdir. Cennet, kâfirlere haram kılınmıştır. “Cehennem halkı, cennet
halkına: Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim
üzerimize dökün (ne olur)! diye seslendiler. Onlar da dediler ki: Allah, bu
ikisini kâfirlere haram kılmıştır” [A’râf sûresi
(7), 50] gibi âyetler bu gerçeği açıkça bildirir.
Mü’minler birbirinin
kardeşidir. Bu kardeşlik, neseb kardeşliğinden daha önde kabul edilir. Bir anne
ve babadan olan kardeşler nasıl birbirlerini severler ve himâye ederlerse, din
kardeşi olan mü’minlerin de birbirlerini aynı şekilde Allah için sevmeleri ve
himâye etmeleri gerekir. Sevgi, kuru bir sözden ibaret değildir. Seven ile
sevilen arasındaki dostluk ve kardeşliğin pek çok gerekleri vardır. Sevginin bu
gerekleri ihtiyârî olmayıp yerine getirilmesi zorunlu şeylerdir. Bunlar, farz,
vâcib veya sünnet ya da müstehap cinsinden şeyler olabilir. Dolayısıyla,
mü’minlerin birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken vazifeler bu sevginin
temelini oluşturur. Din kardeşlerine karşı görevlerini yapmayanlar sevginin
gereklerini yerine getirmemiş, bu yüzden kâmil bir mü’min olma vasfını elde
edememiş olurlar. İşte mü’minlerin karşılıklı selâmlaşmaları, özellikle
aralarında selâmı yaymaları bu sevginin sebeplerinden biridir. Çünkü selâm,
barışıklığın, dostluğun, karşılıklı konuşmaya ve anlaşmaya hazır oluşun ilk
göstergesidir; böyle değilse bile gerçekte böyle olması gerektiğini
çağrıştırır. Bu hadisten hareketle, büyük muhaddis Tîbî’nin de ifade ettiği
gibi, selâmı yaymak sevginin sebebi, sevgi îmânın kemâlinin ve i’lâ-i
kelimetullâhın yani Allah’ın dînini her şeyin üstünde tutmanın ve onu bütün
yeryüzüne hâkim kılmak için var gücüyle çalışmanın sebebidir ki, bu gerçek
mü’minliktir.
Bu hadis, 379 numara
ile de geçmişti.
Hadisten
Öğrendiklerimiz :
1. Cennete mü’min olanlardan başkası
giremeyecektir. Her peygamberin ümmeti içinde mü’min olup, cennete girecekler
vardır. Ancak İslâm’dan sonra diğer dinlerin hükmü ortadan kalkmıştır.
2. Mü’minlerin birbirlerini sevmeleri dînî
bir mecburiyettir. Karşılıklı sevgi gerçekleşmeden kâmil mü’min olunamaz.
3. Sevgi, kuru bir sözden ibaret olmayıp
gerekleri vardır. Sevginin gerekleri mü’minler arasında yerine getirilmesi icab
eden vazifeleri hakkıyla yapmaktır.
4. Mü’minlerin aralarında selâmı yaygın
hale getirmeleri sevginin önde gelen sebeplerinden biridir.
وعن أبي يوسف عبد الله بن سلام رضي الله
عنه قال : سمعت رسول الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقول « يَا أيُّهَا
النّاسُ أفْشُوا السَّلام ، وَأْطعِمُوا الطْعَامَ، وَصِلُوا الأْرحامَ ،
وَصَلُّوا والنَّاس نيامٌ ، تَدْخُلوا الجُنَّة بسلام » رواه الترمذي وقال : حديث
حسن صحيح .
850. Ebû Yûsuf Abdullah İbni Selâm radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i:
“Ey insanlar! Selâmı
yayınız, yemek yediriniz, akrabalarınızla alâkanızı ve onlara yardımınızı devam
ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız. Bu sayede selâmetle cennete
girersiniz” buyururken işittim.
Tirmizî, Kıyâmet 42. Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâmet 174,
Et’ime 1
Abdullah İbni Selâm :
Künyesi Ebû Yûsuf olan Abdullah İbni Selâm, Yûsuf aleyhi’s-selâm
neslindendir. Asıl adı Husayn iken Hz. Peygamber Efendimiz (Sallallahu âleyhi
ve sellem) onun adını Abdullah olarak değiştirdi. Kendisi, Medine civarına
yerleşmiş olan yahudi kabilelerinden Benî Kaynukâ’ya mensuptu. İslâmla
şereflenmeden önce yahudi âlimi idi. Ne zaman müslüman olduğu ile ilgili
çeşitli rivayetler varsa da, bunlardan en yaygın olanı şöyledir: Efendimiz
Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Kubâ’ya varınca, Abdullah yanına gelmiş ve
kendisine bazı sorular yöneltmişti. Hz. Peygamber Efendimiz
(Sallallahu âleyhi ve sellem)’in o sorulara verdiği cevaplar üzerine, bu
cevapları ancak peygamber olan birinin verebileceğini söyleyerek İslâm’a girdi.
Sonra da halası dahil olmak üzere bütün ev halkının İslâm’a girmelerini
sağladı. Hz. Peygamber Efendimiz (Sallallahu âleyhi ve sellem)’in cennetle
müjdelediği Abdullah, sahâbe arasında saygı duyulan biri idi. O, Uhud savaşına
da katıldı. Yahudi kabilelerinden Benî Nadîr’in muhasarasında bulundu ve Benî
Kaynuka’dan esir alınan kadın ve çocukların muhafaza edilmesi görevi de
kendisine verildi. Hz. Ömer zamanında Kudüs’ün fethine ve Sâsânîler’le yapılan
Nihâvend savaşına iştirak etti. Hz. Osman (r.a)’ın evini kuşatan âsîlere engel
olmaya çalıştıysa da muvaffak olamadı. Hz. Ebû Bekir (r.a) ve Hz.Ömer
(r.a)’i öven sözleri vardır. Hz.Ali (r.a)’ye bîat etmemişti. Fakat ona Irak’a
gitmemesi ve Hz.Âişe ile mücadeleye girişmemesi yönünde telkinlerde bulunmuştu.
Kur’an’ın şu âyetlerinin onun hakkında nâzil olduğu söylenir: “De ki: Hiç
düşündünüz mü? Eğer bu Kur’an Allah katından ise ve siz de onu tanımamışsanız,
İsrâil oğullarından bir şâhid de bunun benzerini (Tevrat’ta) görüp inandığı
halde, siz inanmaya tenezzül etmemişseniz durumunuz nice olur? Şüphesiz Allah,
zâlim bir topluluğu doğru yola iletmez” [Ahkâf sûresi (46), 10]. “İnkâr
edenler: Sen gönderilmiş peygamber değilsin! diyorlar. De ki: Benimle sizin
aranızda Allah’ın ve yanında Kitâb’ın bilgisi bulunanların şâhitliği yetişir” [Ra’d sûresi (13), 43].
Abdullah, Hz. Peygamber Efendimiz (Sallallahu âleyhi ve sellem)’den 25
hadis rivayet etti. Bu rivayetlerin bazısı Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde
yer alır. Kendisi Muâviye’nin hilâfeti zamanında 43 (663) senesinde Medine’de
vefat etti.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
:
Selâmı yayma emriyle
kastedilen mânayı ve önemini buraya kadar yaptığımız açıklamalarla ortaya
koymaya çalıştık. Kısaca tekrar edecek olursak, sesini duyurarak, tanıdık
tanımadık her müslümana selâm vermek, verilen selâmı mutlaka almak en önemli
vazifelerimiz arasındadır. Önemli vazifelerimizden bir başkası da, fakirleri,
yoksulları, yetimleri, kimsesiz bîçareleri doyurmak ve onların geçimlerine
yardımcı olmaktır. Vereceğimiz ziyâfetler öncelikle böylelerinin karnını
doyurmak ve onların içinde bulundukları sıkıntıları bir nebze olsun hafifletmek
yönünde olmalıdır. İhtiyaç duyduğu her şeyi alma, istediğini yeme içme imkânına
sahip olanlara verilen ziyâfetler meşrû ise de faziletli değildir.
Sıla-i rahim dediğimiz yakın
akraba ve hısımlarla alâkayı kesmeme, onları ziyaret etme ve öncelikle
kendilerine yardımcı olma, dinimizin son derece önem verdiği
vazifelerden biridir. Önemine binaen kitabımızda bu konuya da müstakil bir
bölüm ayrılmış ve 312-335 numaralı hadislerde yeterli bilgi verilmiştir.
Farz namazlar dışındaki
nâfile ibadetler, günün kerahet vakti olmayan her saatinde yapılabilirse de,
bunlar içinde en faziletli olan, gece kılınan namazlardır. Bilindiği gibi bu
namazlar Peygamber Efendimiz’e farz, ümmetine ise sünnettir. Bu namazın
fazileti, vakti ve miktarı ile ilgili bilgiler 1159-1185’nci hadislerde
verilmiştir. Gece, genelde uyku ve çoğunlukla gaflet vaktidir. Herkes uykuda
iken uyanık olmak ve insanı Allah’a en çok yaklaştıran namaz ibadetiyle
meşguliyet, îman ve İslâm’daki hassasiyet ve uyanıklığın, gönül ve kalp
huzurunun bir göstergesidir. Riya ve gösterişten en uzak olan ibâdet de budur.
Bütün bu sayılanları güçleri nisbetinde yerine getirenler selâmet içinde
cennete girmeye hak kazanırlar. Hadisi 1169’ncu rivayet olarak tekrar
göreceğiz.
Hadisten
Öğrendiklerimiz :
1. Bazı sünnetlerin yerine getirilmesi ve
müstehâbların yapılması, cennete girmeye vesile teşkil eder. .
2. Selâmı yaymak, fakir, yoksul ve
muhtaçlara yemek yedirmek, yakın akraba ile ilişkileri kesmemek, gece ibadetine
devam etmek, cennete girmeye vesile teşkil eden güzelliklerdir.
وعن الطفيل بن أبي بن كعب أنه كان يأتي عبد الله بن عمر
فيغدو مَعَهُ إلى صاحب بيعَة وَلا مْسكين وَلا أحد إلا سَلّم عَليه ، قال
الطُّفيلُ :
فَجِئْتُ عبد الله بنَ عُمرَ يَوْماً فاستَْتَبعني إلى السُّوقِ
فقُلْت لَهُ :
ماتَصْنعُ بالسوقٍ وأنْتَ لا تَقِفُ عَلى البَيْع وَلا تَسْألُ عَن
السلع وَلا تَسُومُ بها وَلا تَجلسُ في مجالس السّوق ؟
وأقولُ اجْلسْ بنا ههُنا نَتَحدَّث ، فقال يا أبا بُطْن. وَكانَ
الُطُّفَيلُ ذَا بَطْن إنَّما نَغُدو منْ أجْل السَّلام نُسَلِّمُ عَلَى مَنْ
لَقِيناهُ ، رواه مالك في الموُطَّإ بإسناد صحيح .
851. Tufeyl İbni Übey İbni
Kâ’b, söylediğine göre Abdullah
İbni Ömer’e gelir ve onunla birlikte çarşıya çıkarlardı. Tufeyl sözüne şöyle
devam etti:
Biz çarşıya
çıktığımızda, Abdullah, eski eşya satan, değerli mal satan, yoksul veya
herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka selâm verirdi. Bir gün yine Abdullah İbni
Ömer’in yanına gelmiştim. Çarşıya gitmek için kendisine arkadaş olmamı istedi.
Ona:
– Çarşıda ne
yapacaksın? Alış verişe vâkıf değilsin, malların fiyatlarını sormuyorsun, bir
şey satın almak istemiyorsun, çarşıdaki sohbet yerlerinde de oturmuyorsun?
Şurada otur da, birlikte konuşalım, dedim. Bunun üzerine Abdullah:
– Ey Ebû Batn! – Tufeyl, iri göbekli bir kişi olduğu için böyle hitap
etmiştir – Biz, sadece selâm vermek üzere çarşıya çıkıyoruz;
karşılaştığımız kimselere de selâm veriyoruz, cevabını verdi.
Mâlik, Muvatta’, Selâm 6
Tufeyl İbni Übeyy İbni Kâ’b :
Tufeyl, tâbiîn tabakasından olup, Kur’an’ı iyi bilen ve güzel okuyan
meşhur sahâbî Übey İbni Kâ’b’ın oğludur. Ebû Batn diye künyelenir. Böyle
anılmasının sebebi, göbeğinin büyük olmasındandır. Ensâra mensup olan ve hayatı
Medîne-i Münevvere’de geçen Tufeyl, babası başta olmak üzere bir çok sahâbîden
hadis rivayet etmiş ve güvenilir râvîler arasında sayılmıştır.
Allah ona rahmet etsin.
Açıklamalar
:
Bu hadis mevkuf bir
rivayettir. Mevkuf hadisler, Resûl-i Ekrem’e nisbet edilmeyen, sahâbîlerin sözü
veya davranışı olan ve genelde üzerine herhangi bir şer’î hüküm bina edilmeyen
rivayetlerdir. Ancak hükmen merfû olan veya merfû olduğu belirtilmemekle
beraber sahâbîlerin arasında yaygın olarak uygulama alanı bulan mevkufların
hükümleri farklılık arzeder. Ayrıca, fıkıh mezheplerinin konuya yaklaşımları arasında
da farklılıklar vardır. Hadis ve fıkıh usulü eserlerinde mevkuf rivayetler ve
kıymetleri üzerinde etraflıca durulur.
Bu rivayet bize
Abdullah İbni Ömer’in çarşı pazardaki tavır ve davranışıyla ilgili bilgiler
vermektedir. Sahâbîlerden sonra gelen ve çoğunluğunu onların çocuklarının
oluşturduğu nesil olan tâbiîler, Hz.Peygamber’in sünnetini ve hadislerini
sahâbeden rivayet etmekle kalmamış, aynı zamanda Kur’an’ın ilk muhatapları olan
ve Efendimiz’in sohbeti başta olmak üzere, hayatının çeşitli safhalarında hazır
bulunan bu ilk neslin söz ve davranışlarını da zabtederek bize ulaşmasını
sağlamışlardır. Bu bilgiler, İslâmî bir hayatın fert ve cemiyet plânında nasıl
şekillenip yaşanıldığı konusunda sonraki nesiller tarafından dikkate alınmaya
değer bulunmuştur. Abdullah İbni Ömer, çarşıya pazara çıktığı zaman,
orada bulunan esnaf ve tüccarı birbirinden ayırmaz, eski eşya satsın,
yeni mallar satsın, fakir veya zengin olsun bütün müslümanlara selâm verirdi.
Onun bu hali, Tufeyl’in dikkatini çeken önemli hususlardan biri olmuştur.
Abdullah İbni Ömer’in
alış veriş işleriyle uğraşmaması, fiyatları sormaması, pazarlık yapmaması,
pazar yerlerinde oturmaması onun çarşı pazara çıkmasına engel teşkil
etmemiştir. Bu durum, insanlarla sürekli ünsiyet etmenin, hoşça geçinmenin ve
onları bir şekilde denetlemenin de bir yoludur. Çünkü Tufeyl’in “Çarşıda ne
yapacaksın?” sorusuna, Abdullah’ın “Biz selâm vermek için çıkıyoruz” tarzında
cevap vermesi, bu davranışın da bir vazife olduğu inancını taşıdığını ortaya
koyar. İnsanlar, bazı kimselerin kendilerine selâm vermesini önemli sayarlar.
Ayrıca selâm veren kimse, birtakım hayırlı tavsiyelerde bulunabilir. Bu da bir
vazifenin yerine getirilmesi demektir. Çünkü bunda insanları bir takım
günahlardan ve kötülüklerden alıkoyma gayesi vardır.
Hadisten
Öğrendiklerimiz :
1. Sahâbenin söz ve davranışlarını
yansıtan mevkuf rivayetlerin de bir değeri vardır.
2. Herhangi bir ihtiyacı olmayan kimsenin,
insanlarla ünsiyeti devam ettirmek ve onlarla selâmlaşmak üzere evinden çıkıp
çarşı pazara uğraması güzel bir davranıştır.
3. Selâmı yaymak ve insanlara hayrı
tavsiye etmek de bir görevdir.
4. Bir insanı kötüleme maksadı taşımadan,
hoş bir isimlendirme sayılmayan künyesiyle anmak câizdir. Ancak kişinin bundan
hoşlanmaması durumunda câiz olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder