Cumartesi, Aralık 01, 2007

Risale-i Nur'un Hizmet, Metod ve Gayesi

1. Risale-i Nur Kur'an-ı Azimüşşana ayna olmuştur.

Hz.Bediüzzaman'ın ifade ettiği gibi, müslümanların ahkâm-ı diniyede göstermiş oldukları lakaytlığın, tembellik ve ihmalin en mühim sebeplerinden birisi, yazılan eserlerin, te’lif olunan kitapların Kur'ân'ın me'hazındaki kudsiyeti lâyıkıyla yansıtamamalarıdır.

Kitaplar, içtihadlar Kur'ân'a cam gibi ayna olmalı, içinde Kur'ân'ı göstermelidir. Kitaplar vekil ve gölge olursa, me'hazdaki kutsiyet kaybolur. Çünkü cumhuru bürhandan ziyade me'hazdaki kudsiyet imtisale sevketmektedir.

"Bir adam İbn-i Hacer e nazar ettiği vakit, Kur ân'ı anlamak ve Kur'ân'ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbn-i Hacer'in ne dediğini anlamak maksadıyla değil."28

Eğer nazarlar bu tarzda Kur'ân'a çevrilse, zaruriyat-ı diniyede doğrudan doğruya Kur'ân gösterilse, vicdanlar daha ziyade ikaz olunur, ruhların hakikate karşı şevki artar, Kur'ân'ın kudsiyet ve câzibesi vicdanları ihtizaza getirir. İman vasıtasıyla hakikatlerin telkini nefisleri etkiler, bu suretle Kur'ân doğrudan doğruya nefisler üzerinde bütün mânasıyla hâkim ve nâfiz olur.

İşte bu hakikate Risale-i Nur'lar tam ayna olmuştur. Kur'ân'ın kudsiyetini şeffaf bir biçimde göstermek gayesiyle muhataplarını doğrudan doğruya Kur,ân ile muhatab edip kendi şahsiyetini tamamen azletmiştir. Hz.Üstad Bediüzzaman (r.a) bütün hayatıyla, din namına olan mücâhedesiyle ve te’lif ettiği eserleriyle kendisinin Kur'ân'ın Hakîkî bir dellâlı ve hizmetkârı olduğunu göstermiştir.

Bu sebeple "Risale-i Nur'u okuyan, Müellifin şahsına bakmaz; doğrudan doğruya eserin içindeki hakikatlara, bürhan ve delillere hasr-ı nazar eder."29

Risale-i Nur'un hizmetindeki muvaffakiyetin sırrını da Bediüzzaman şöyle ifade etmektedir:

"Ben görüyorum ki; Kur'ân-ı Hakîmin hakaikına ait bazı kemâlat, o hakaika dellâllık eden vasıtalara veriliyor. bu ise yanlıştır. çünkü, me'hazin kutsiyeti çok bürhanlar kuvvetinde te'sirat gösteriyor; o­nun ile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani o­nlara teveccüh edilse, o me'hazdaki kutsiyetin te'siri kaybolur."30

Bu zamanda, "hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda bir Kur'ân dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın; herkese kat'î kanaat verebilsin. Bu kanaat da, bu zamanda, bu şerâit dahilinde dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir.

"Kader-i İlâhî ihtiyarım haricinde dini, hiç bir şeye âlet etmemek için beşerin zalimâne eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor: Sakın, diyor, iman hakikatini kendi şahsına âlet yapma; tâ ki imana muhtaç olanlar anlasınlar ki yalnız hakikat konuşuyor, nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun.

"İşte Nur Risalelerinin, gönüller üzerinde husule getirdiği heyecan, kalplerde ve ruhlarda yaptığı te’sirin sırrı budur, başka bir şey değil. Risale-i Nur'un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha beliğâne neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerâit altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur; Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur; konuşan yalnız hakikattir; hakikat-ı imaniyedir."31


2. Risale-i Nur ilm-i akide ve kelâmda tecdid yapmıştır.

Risale-i Nur, iman hakikatleri ve İslâm esaslarını aklî ve mantıkî delillerle ispat ve izah etmiştir. Merhum Mehmed Akif'in,
"Doğrudan doğruya Kur'ân'dan alıp ilhamıAsrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı"
beytiyle ifade ettiği mânâya Risale-i Nur tam ayna olmuştur.

Risale-i Nur, Kur'ân-ı Hakimin bu asrın idrakine bir dersidir.

Risale-i Nur'larda Kur'ân hakikatleri, ilim ve tekniğin dili ile asrın idrakine uygun bir biçimde açıklanmıştır. Mantık ve muhakeme ve "sırr-ı temsil" metodu ile akla uzak gelen hakikatler zihinlere yaklaştırılmıştır. Aklın istifadesi yanında, nefis, hayal, vehim, heva gibi his ve duyguların da istifadesi gözetilmiştir. Metod olarak, uzak yerlerden dağları kazarak su getirmek yerine, Hz.Musa Aleyhisselâmın asâsı gibi, her yerde suyu bulmuş, asasını nereye vurmuşsa oradan âb-ı hayatı fışkırtmıştır.

"Risale-i Nur, sâir ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarı ile ders vermez ve evliya misillü, yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh vesair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çıkar hakaik-ı imaniyeyi kör gözüne de gösterir."32

Risale-i Nur aleyhinde yapılan sinsi plânlara, uydurulan yalan ve propagandalara rağmen o­nun yurt içinde ve dışında kemâl-ı iştiyak ile okunmasının sebeplerinden biri de, iman ve küfür muvazenelerinde ortaya koymuş olduğu orijinal bir metod ile küfür ve dalâletin dünyadaki elim ve ürkütücü neticelerini göstererek, hakikî ve elemsiz lezzetin ancak ve ancak imanda olduğunu ispat etmesidir.

Risale-i Nur, "Bu dünyada bir mânevî Cehennemî, dalâlette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir Cennet bulunduğunu" ispat etmiş, "günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde manevî elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatın amelinde, Cennet lezâizi gibi lezzetler bulunduğunu"33 gözlere göstermiştir. "Akibeti görmeyen ve bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetinden kurtarmanın yegâne çaresi; aynı lezzetinde elemini gösterip hissini mağlup etmektir."34

Risale-i Nur'daki bu metod, "imanın kuvvetini lakaytlığa, ibadetin iştiyakını sefahete hâkim kılmak"tır.

Bu asırda diğer dehşetli bir hal ise, küfr-ü mutlak, fen ve felsefeden ve küfr-ü inadîden gelen bir temerrüdün iman hakikatlerine karşı muaraza etmesidir. Bunlara karşı atom bombası gibi küfrün temellerini param parça edecek bir hakikat-i kudsiye lâzımdır. Bu hakikat, Kur'ân'ın elmas bir kılıcı olan Risale-i Nur'dur. Çünkü bu asırda mânevî cihad, iman-ı tahkikî kılıcı ile olacaktır: Dindeki "sâhib-i rüşt ve dâvâ" hakikatine bihakkın ayna olan ve hak ve hakikatleri gözlere gösteren Risale-i Nur'dur.

3. Risale-i Nur bir şahs-ı mânevî tesis etmiştir.

Hz.Bediüzzaman'a göre, bu asırda komitecilik ve cemiyetçilik fikrinden doğan dehşetli dinsizlik şahs-ı mânevîyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük bir mânevi mertebede de bulunsa, küfür ve dalâletten gelen vesveseleri tamamıyla izale edemez. Dinsizliğin şahs-ı mânevîsine karşı mukabele edebilecek bir şahs-ı mânevî gerektir.

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, siyasetçilik, cemiyetçilik, komitecilik, dernekçilik, kavmiyetçilik, bölgecilik, şahsiyetçilik gibi vasıf ve biçimler taşımaz. Bu şahs-ı mânevî, siyasî ve içtimaî anlamda bir teşkilat, gizli veya açık bir cemiyet değildir. Belki kalbî ve vicdanî bir ilişkiden kaynaklanan, bir "gönül birliği" ve bir "Kur'an mensubiyeti" dir.

Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, Kur'ân'ın mânevî ve hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur’un etrafında toplanan, o­ndaki hikmet ve ma’rifete müştâk olan Hak ve hakikat aşıklarının üzerine inen Rabbaî bir Lütûf ve Rahmanî bir inayettir.

Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinden feyizyâb olanların hizmet tarz ve telakkisi, ne maddî, ne siyasî, ve ne de diğer kalıplar içerisine sıkıştırılamaz. O’­nun şahs-ı manevîsinin hizmeti bir merkeze, bir şahsa, bir muhite münhasır değildir. Risale-i Nur'un şahs-ı mânevisi içerisinde "Kur'ân ve sünnet merkezli bir Muhabbet ve beraberlik" ve "imanî,ulvî bir da’vada tefaânî olma " vardır. İşte bu Şahs-ı mânevî, cemiyet hayatının en kuvvetli, en güçlü mâ’nevî dinamiğidir.

Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi, farklı mecralardaki insanları bir araya getirir. Birbiri içinde merkezden muhite doğru açılan "talebe-kardeş-dost" olarak ifade edilen bu hakikat halkaları, içtimaî hayatın farklı cephelerine Kur'an hakikatlerini hasbî olarak ulaştırmayı gaye edinmiştir.

Risale-i Nur'un mesleğinde ilerleyenler, Ma’rifetullah ve Muhabbetullahın lezzetini ya bil fiil ve ya bil kuvve hisseder.

Risale-i Nur "İsm-i Câmi"ye mazhar olduğundan, o­nun küllî ma’rifet, hikmet, hakikat, fikir ve hizmet çerçevesini herkes kendi idraki, teveccüh ve kabiliyeti, ruhundaki kabul ve saffeti, azim ve gayreti nisbetinde alır, yaşar ve etrafına da öyle yansıtır. Risale-i Nur'un , içerisinde tek tip meyva ağacı yetişen bir bahçe değil, belki mütenevvi ağaçlar, meyveler, çiçekler, barındıran muhteşem ve mükemmel bir bahçedir. Bu tezahürler kendi bütünlüğü içinde, belki "güzel," "daha güzel," "en güzel" nitelendirilebilir.

4. Risale-i Nur'un metodu müsbet harekettir.

Hz.Bediüzzaman Said Nursî (r.a)'nün vefatından önce vermiş olduğu en son ders, "Müsbet hareket" tir. Son dersinde şöyle der:
"Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmeti imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiye'ye karışmamaktır. Bizler âsayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz."35

"Bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsayişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile değil, ancak haricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Vazifemiz, dahildeki âsayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

Cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da; vazife-i İlâhiye'ye karışmamaktır ki, bizim vazifemiz hizmettir, netice Cenab-ı Hakka aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.

"Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, benim vazifem hizmet-i nuraniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakk'ın vazifesidir deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur'ân'dan ders almışım."36
Hz.Bediüzzaman bu memleket ahalisini birbirine karşı sertleştirecek, tarafgirlik ve iltizam hissini verebilecek, âsayiş ve sükûneti bozabilecek her türlü hareketten şiddetle kaçınmış ve talebelerini de kaçındırmıştır.

Risale-i Nur, kırılmaz; o­na iliştikçe kuvvetleşir. Ve millet ve vatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiş ve edilmez ve edilemez."37

Hz.Bediüzzaman'ın müsbet harekete ve âsayişe bu derece ehemmiyet vermesinin birçok hayatî ve köklü sebepleri vardır:
İçtimaî hayat bulanırsa, o­nun teskini , yeniden tesisi ve sükûneti büyük zaman ister. İstibdad, terör ve anarşi ile çalkalanan içtimaî bir bünyede sağlıklı, sürekli ve müessir bir hizmet yapılamaz. Kur'ân hakikatlerinin kalp ve idraklere nakşı için içtimaî sükûn elzemdir. Olaylara "akıl-mantık-muhakeme" zinciriyle değil "heyecanfizikî güç ve taraftarlık" hissiyle bakılırsa, zıtlaşma şiddet kazanır, içtimaî nabız yükselir. şiddetli çalkantılar cemiyetin iç huzurunu, kalbî bütünlüğünü bozar. Sükûnet giderse, o­nun yerini anarşi, istibdat ve terör doldurur. Bu içtimaî kargaşanın, fesat ve ihtilâllerin önünü kesecek ve durduracak sed, müsbet hareket etmektir.

Hz.Bediüzzaman, hayatında hiçbir kitap te’lif etmemiş olsaydı sadece şu vecizesi dahî kalbî duygulardan, niyet ve nazar dairesinden tutun tâ fert ve aile münasebetlerine, içtimaî münasebetlerden tutun tâ âfâkî ve geniş dairelere kadar hayatın bütün dairelerinde beşerin bütün muâmelatında rahatlıkla kullanılabilecek bir reçete olarak kâfî olurdu:
"Güzel gör, hem güzel bak. Ta güzel düşünmeli:Güzel bil, hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli.Su-i zanla yeistir, saadet muharribi, hem de hayatın katili."38

5. Risale-i Nur siyasetten tecerrüd etmiştir.

Hz.Bediüzzaman Said Nursî (r.a), hayatı boyunca siyasetten (( İslâm’ın esasatına zıd ve münâfi’ olan bugünkü Demokrasi ve Politikadan )) tamamen tecerrüd etmeyi ( uzak durmayı )) hizmet tarzının esası olarak görmüştür.

İçtimaî ve siyasî mes’eleleri gayet müdekkikâne bir biçimde tahlil edebilen bir zatın bu derece siyasetten tecerrüd etmesi, cây-ı dikkat bir hadisedir. Hakikaten, siyasetten tamamen uzak bir hizmet tarzı içinde olması, o­nun düşünce ve fikirlerinin dikkatlice tedkik edilmesini icâb eder.

Hz.Bediüzzaman neden bir parti kurmamış?

Hz.Bediüzzaman neden siyasî bir model üzerinde çalışmamış?

Hz.Bediüzzaman, bütün himmet ve gayretini neden sadece Kur'ân hizmetine tahsis etmiştir? Ve bunu def’alarca talebelerine de tenbih etmiştir.???

İşte bu sualin cevabını, Risale-i Nur'lardan Hz.Bediüzzaman’ın eserlerinden öğrenelim:

a. Hz.Bediüzzaman içtimaî hâdiseleri değerlendirilirken teşhisin tam, sağlam ve sağlıklı olması gerektiğini bakınız şöyle ifade ediyor :
Milletin hastalığı zaaf-ı diyanettir. Kalpler bozulmuştur, iman zedelenmiştir. Bu zamanda, hayat-ı beşeriye yolculuğu bataklığa girmiştir. Pis ve kokuşmuş çamur içerisinde kafile-i beşer düşe kalka gitmektedir. Bunlardan ancak bir kısmı selâmetli bir yolda gitmektedir. Bir kısmı da mümkün olduğu kadar bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtalar bulmuştur. Fakat o gidenlerin %20'si sarhoştur. Dalâletten telezzüz etmektedir. 0 pis çamuru misk ü amber zannediyorlar, yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar, boğuluyorlar. Geriye kalan % 80'i ise mütehayyirdirler. Bataklığı biliyor, pis olduğunu hissediyorlar, dalâletten nefret ediyorlar, fakat çıkamıyorlar, yol bulamıyorlar. İşte bunlara nur vermek, nur göstermek gerektir.39 Siyaset topuzu ile kalpleri tenvir etmek zordur. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilemez. Bazı arızalar ile topuz kırıldığı zaman nur dahi uçar veya söner.
İşte bu sebeb ile Hz.Üstâd, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih etmiştir.
Dahildeki cihad-ı mânevî için, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır.

b. Risale-i Nur'lar, iman ve Kur'ân dersidir. Maksadı, rıza-ı İlâhîdir.İman dersi için gelenlere, kim olursa olsun tarafgirlik nazarıyla bakılamaz. Dost-düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği bu mânâyı zedeler, ihlâs kırılır.40

c. Kalp, mide, beden, hane dairesinden tutun tâ mahalle, şehir, vatan, memleket, küre-i arz ve nev-i beşer, dünya dairesine kadar birbiri içinde daireler vardır. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir.41 Fakat en küçük dairede (kalp dairesi) en büyük ve ehemmiyetli ve dâimî vazife vardır. En büyük dairede ise en küçük, muvakkat ve ara ,sıra vazife bulunabilir. Fakat büyük daire daha caziptir.
"Cazibesi ile meraklıları kendi ile meşgul eder. Hakiki ve büyük vazifeyi unutturur. Tarafgirlik meylini verir, zalimlerin zulmünü hoş görür, şerik olur."42
Gaflet veren, dünyaya boğduran, âhireti unutturan en geniş daire siyaset dairesidir. Siyasî bir insanın ihlâs, saffet ve samimiyetini muhafaza etmesi zordur. Mücadele suretindeki hâdiseler karşısında güneş gibi bir iman lâzımdır ki tâ boğmasın. o­nun için, "Siyasetçi, ekserce tam müttaki ve dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar müttakiler de siyasetçi olamazlar. Halbuki dindar ise, bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir diye siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci, üçüncü mertebede o­nu dine ve hakikate âlet etmeye-eğer mümkünse-çalışabilir."43
d. Sırr-ı ihlâs siyasetten tecerrüdü emreder. Kur'ân'ın elmas gibi hakikatlerini "siyasî propaganda" ithamı altında cam parçaları kıymetine indirmemek için siyasetten tecerrüd gerektir. Tâ ki o elmaslar kıymetini her kesimin, her taifenin nazarında parlak bir biçimde göstermiş. olsun, ihlâs kırılmasın.44

e. Siyaset dairesi bulaşıcı ve yaygın bir hastalıktır. İspanyol nezlesine benzer, fikri hezeyanlaştırır. Müslümanları tefrikaya atar. Kendi siyasi görüşünü paylaşmayan melek gibi bir mü'min kardeşine düşmanlık eder, kin besler; el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafgirlik eder, zulmüne rıza gösterir, cinayetine mânen iştirak eder. İcraatta adalet, hakkaniyet esaslarını zedeler, o­nun yerine siyasî tarafgirlik esas alınır, içtimaî râbıtayı bozar.45

f. Siyasî hâdiselerde "müteharrik-i bizzat değiliz. Bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz."46 Siyasî olayların menbaı, tezgahı Batıdır. o­nların çirkef, çıkarcı oyun ve manevralarına bilerek veya bilmeyerek âlet olmak ihtimali vardır. 0 cereyanlara kapılanların hareketi hariç hesabına geçer, iradesi hükümsüzdür. Niyetinin hâlis olması fayda vermez.47

g. Bediüzzaman, fert psikolojisi açısından da siyaset ile meşguliyete taraftar değildir. Çünkü, âfâkî ve siyasî boğuşmaları merak ile takip edenler, tarafgirâne bakanlar, ruhlarını sersem, akıllarını geveze ederler. Siyaset bu zamanda kalpleri ifsat eder, asabî ruhları azap içerisinde bırakır. Selâmet-i kalp ve istirahat-ı ruh isteyenler siyaseti bırakmalıdırlar.48

h. Kur'ân-ı Hakimin hizmetinin bütün siyasetlerin fevkinde bir kutsiyet ve ulviyeti vardır. Doğu yalancılıktan ibaret olan dünya siyasetine tenezzül edemez. Bize ve merakımıza dairemiz içinde ezvak-ı mâneviye ve envar-ı imaniye kâfi ve vâfidir.49

6. Risale-i Nur hizmetinin bu aktif gücünün kaynağı imandır.

Risale-i Nur hizmetinin bu aktif gücünün kaynağı imandır. İmanın inkişaf ettiği nisbette fert de inkişaf eder. Hz.Bediüzzaman'ın ifadesi ile,
"İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir. Ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir."50
Kalplere sahip çıkamayan, ruhları tutuşturamayan hizmetler zahiren ve şeklen ne kadar büyük görünürse görünsün, hakikat noktasında çabuk parlayan, alevleri sönen saman ateşine benzerler, daimi ve te’sirli olamazlar.

7. Risale-i Nur'un eğitim ve öğretim metodu mükemmeldir.

Risale-i Nur , bütün vatan sathında yaygın ve sürekli bir eğitim ve irfan tezgâhı kurmuştur.Risale i Nur , Türkiye'de ve dünyada 7'sinden 70'ine kadar uzanan yaş grupları tarafından iştiyakla ve devamlı olarak okunmaktadır. Hiçbir zorlama ve aralarında maddî bir bağ bulunmadığı halde, milyonlarca insanın Risale-i Nur'un ders ve hakikatlerinin etrafında-Rıza-i ilâhi için-bir araya gelmeleri Kur'ân namına büyük bir hizmet ve ehemmiyetli bir olaydır. İslâm tarihinde, hiçbir müellifin yazmış olduğu eserin etrafında bu derece bir içtima yaşanmamıştır.
Risale-i Nur, Sahabe mesleğinin bu asırda bir cilvesi olduğundan, o­nun eğitim modeli doğrudan doğruya Asr-ı Saadetteki "Darü'l Erkam" modelini yansıtmaktadır.
Risale-i Nur'un eğitim ve öğretim metodu mü'minlerin, özellikle genç nesillerin Kur'ân terbiyesi ile yetiştirilmelerine büyük önem verir. Eğitimdeki amacı, kemiyetten ziyade, keyfiyete bakar. Bu anlamda "Ashab-ı Suffa" tarzını örnek alır, "1000 koyuna bedel bir aslan" felsefesini yansıtır.
8. Risale-i Nur Kur’an’a Hizmetin icrasında ecir ve ücret istemez.

Risale-i Nur, neşr-i hakta enbiyaya ittiba eder. Yani hizmetinin karşılığında ecir ve ücret istemez. Ücretini ve ecrini Cenab-ı Allah'tan bekler. Bu dünya hizmet yeridir, ecir ve ücret yeri değildir.
Risale-i Nur un bu metodu riyasız, alkış ve gösterişten uzak, sâfi bir hizmet metodudur. Risale-i Nur bu tarzı ile "şâ’şaâsız hizmet" düsturunu esas almıştır.
Halktan istiğna ve iktisada riayet ile de, ilmi vâsıta-i cer etmekten kurtarmış, ilimdeki izzetini muhafaza etmiştir.

NETİCE-İ KELÂM :
Hz.Üstâd Bediüzzaman Said Nursî (r.a), Sikke-i Tasdik-i Gaybî isimli eserinde,
"Ben kasemle (yeminle) te'min ederim ki; Risale-i Nur'u senâdan maksadım, Kur'ân'ın hakikatlarını ve imanın rükünlerini te'yid ve ispat ve neşirdir. Halik-ı Rahîm'ime yüz binler şükrolsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş, nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş. Ve o nefs-i emmâreyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış" demektedir.
Bu ifadelerin ışığı altında bizler de Hz.Üstâd’ın şahsiyetini nazara vermek değil, belki o­nun Kur'ân a ve İslâm'a yapmış olduğu hizmeti anlayabildiğimiz nisbetde aktarmaya gayret sarf etmeliyiz. Böylelikle bu Allâme-i Kur'ân'ın, böyle bir sahib-i zamanın Kur'an namına medih ve senâsı herhalde israf olamaz. Çünkü o Kur'ân'ın emrindedir, Kur'ân'ın şakirdidir.
Hz.Üstâd, asrın bunalımlarını teşhis etmiş mühim bir Hekim, bir tabib-i iman, bir dellâl-ı Kur ân’dır.
Bediüzzaman, asrın hastalıklarına Kur'ân'ın eczahanesinden ilaçlar sunan tabib-i zamandır.
Bediüzzaman, sünnet-i Resûlullah'ın ihyasına çalışan ve Kur'ân'ın kudsiyetini ilân eden dellâl-ı Kur'an'dır.
Bediüzzaman, kurtuluşu Kur'ân'da arayan, nazarları Kur'ân'a celb eden rehber-i zamandır.
Bediüzzaman, dâvâ-yı Kur'âniye'nin mes'uliyetini omzuna almış nâşir-i nur-u Kur'ân'dır.
Bediüzzaman, kalb-i küllîyi ve vicdan-ı umumîyi hikmet-i Kur'âniye ile tamireden mimar-ı imandır.
Bediüzzaman, marifetullahın esrarında kulaç atar; küheylân-ı zamandır, muarrif-i Kur'ân dır. Ve nihayet, beklenen ümid-i İslâm'dır.
Hz.Bediüzzaman’ın mesleği fıtrata uygun, sağlam, keskin, kısa, selâmetli , hakîmanedir.
İnsana en lâzım olandan başlamış, beşeri "Tevhid"e çağırmıştır. Müntesiblerini fikrî, kalbî ve ruhî bir istihaleden geçirerek tefekkürün engin ufkunda gezdirmiş, müstakim ve kâmil bir cemâât tesis etmiştir.
Dâvetini hikmetle yapmış, Kur’an’ın emri üzere yumuşak söz ve tatlı dille mesajını iletmiştir… Kaba, sert, kin ve adavetle olmadığı gibi ve yıkıcı bir üslûba dahi asla iltifat etmemiştir. Dâ’vâsını sabır ve çile içerisinde celâdetle, yılmadan ve yıkılmadan, müsbet hareket ile yürütmüştür. Kenetleşmiş, samimî, hâlis bir fedakârlar ordusu tesis etmiş, küfrün şahs-ı mânevîsi karşısında nurlu ve metin bir şahs-ı mânevi oluşturmuştur. Bu muhabbet fedâileri de Hz.Üstâd gibi istikbâle ümit ile bakmış ve asla ye'se düşmemiştir. Hz.Üstâd konuştuğunu yaşamış, yaşadığını konuşmuştur. Yaşayan bir hakikat olarak gönüllerde taht kurmuştur. Mesleğinde, meşrebinde, tarz ve üslûbunda insanı esas almış, o­na ulaşmanın yollarını çizmiş, o­nun inşa ve ikmaline büyük önem vermiştir.
Hz.Üstâd Bediüzzaman Said Nursî, ihlâs-ı tammı, engin tefekkürü, hadsiz fedakârlığı, toprakvari mahviyeti, imtizackârane ruhu, şefkati, enaniyetsiz büyüklüğü, rekabetsiz hizmeti, gösterişsiz ve hâlis ubudiyeti, metin sadakati ile asrın beklenen halâskârı olmuştur.
Yirminci yüzyılda Asr-ı Saadet modelini bizlere yansıtmış, Darü'l-Erkam ve Ashab-ı Suffa usulünü yaygınlaştırarak, uyuşmuş ve donmuş kitleleri aşk-ı hakikat ve şevk-i muhabbet ile harekete getirmiştir.
İslâm idealini, dinin ulvî ve kudsî gayelerini, her türlü şahsî ihtiraş ve menfaâtlerin üzerinde tutmuştur. İzzet-i diniyeşini muhafaza etmiş, ihlâs, istiğna, feragat ve âzamî iktisadî hayatına temel esaslar yapmıştır.
Merkezden muhite yayılan bir hizmet anlayışı içerisinde ise kendinden başlamış, nefsine hitap etmiştir. O’­nun Kur’an’a ve imana hizmet azim ve şevki belli bir mekâna, belli bir zamana, belli bir muhite münhasır olmamış, daîmî ve hasbî hizmeti her mekânda, her zamanda, her şart altında devam etmiştir.
Velhasıl:
Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur'ân'dan telemmü etmiştir.
Risale-i Nur,
"Takdir-i Hüda, kuvve-i bazu ile dönmezBir şem'a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez" hakikatına mazhar olmuştur.
Risale-i Nur yüklü mesajı, keskin fikri ve derin ilmi itibarı ile "muallim" vasfını; nefisleri tezkiye, kalpleri tatmin, ruhları tezhib etmesi itibariyle de "mürebbi" sıfatıntadır.
Risale-i Nur'un mütalâası, insana insanı unutturur, insanı ma’rifet iklimine ulaştırır. Kur'ân'ın esrar ve envârında yoğurur, tasaffi ettirir. İnsanı Resûlullah'a, Kur'ân'a, Allah'a rabt eder. Esmâ ve sıfat-ı İlâhiyede tayerân, aşk ve muhabbet-i ilâhiyede seyeran ettirir.
İşte böyle bir Kur'ân tefsiri ve hakikat manzumesine bütün İslâm âlemi, belki umum beşer hidayet noktasından muhtaçtır. Ve her geçen gün, bu ihtiyaç artacak, Risale-i Nur insaniyetin gündeminde kıyâmete kadar tazeliğini koruyacaktır.

Dipnotlar:
28. Nursî, B. S, Sünuhat, Tülûat, İşârât, s. 28.
29. Nursî, B. S, Tarihçe-i Hayat, s. 478.
30. Nursi, B: S, Mektubat, s. 319.
31. Nursî, B. S, Tarihçe-i Hayat, s. 678.
32. Nursi, B. S, Kastamonu Lâhikası, s. 12.
33. Nursi, B. S, Hutbe-i Şamiye, s. 18.
34. A.g.e. s. 7.
35. Nursî, B. S, Emirdağ Lâhikası-2, s. 241.
36. Nursi, B. S, A.g.e., s. 242.
37. Nursi, B. S, Emirdağ Lâhikası-l, s. 18.
38. Nursi, B. S, Sözler, s. 571.
39. Nursi, B. S, Mektubat, s. 48.
40. Nursi, B. S, Emirdağ Lahikası, s. 36.
41. Nursi, B. S, Şualar, s. 202.
42. A.g.e.
43. Nursî, B. S, Emirdağ Lahikası, s. 57.
44. Nursi, B. S, Mektubat, s. 49.
45. Nursi, B. S, Kastamonu Lahikası, s. 113.
46. Nursî, B. S, Sünuhat, Tülûat, İşarát, s. 46.
47. A.g.e. 46.
48. Nursî, B. S, Kastamonu Lâhikası, s. 123.
49. A.g.e. 109; Mektubat, 48.
50. Nursi, B. S, Sözler, s. 314.

Hiç yorum yok:

basmalah_sparkling

Arama Motoru / Search