Cuma, Mart 13, 2020

Tâûn ‘‘الطاعون’’ – Veba – (Koronavirüs) vb. Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklardan Korunma ve Hastalığa Yakalananların Şifâ Bulması İçin Okunacak Dua

    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ
 وَعَلٰى اٰلِهِ وَ صَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

“Her türlü hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Salât ve Selâm Peygamberimiz Hz. Muhammed’e, ve O’nun ehl-i beytine (ailesine) ve ashabının hepsine olsun.’’

         Bugünlerde Koronavirüs adı verilen bir hastalık bütün dünyada hızla yayılmaktadır. Bu hastalığın eski ismi Tâûn’dur. Kitlesel ölümlere sebep olan vebâ hastalığıdır. Eskiden zalim kavimlere gelen bir musibettir. Aşağıda açıklaması yapılacak olan hadis-i şerîfte mü'minler için rahmet olduğu bildirilmiştir.
       Tâûn (Vebâ), her ne kadar bir hastalık adı olarak kullanılıyorsa da, bütün bulaşıcı hastalıkları içine alan bir anlam genişliğine sahiptir. (1)
       İbnü'l Esîr, Tâûnu tarif ederken şöyle der: 
       ''Havayı, mizâcı, bedeni ifsad eden umûmî bir hastalıktır.'' (2)
       Tâûn(vebâ) denilen bulaşıcı hastalıklara yakalananların elbiselerinden, eşyalarından, onlarla temastan ve nefeslerinden sakınmak gerekir.
       İslâm tarihi kaynaklarında Tâûn(vebâ) hakkında şu bilgilere yer verilir :
Hicretin 17. yılı sonlarında Kudüs’ün fethinden sonra Hz.Ömer İbni Hattâb (r.a) Şam'a doğru bir seyahat yapmıştır. Tebük’e bağlı Serğ kasabasına varınca, kendisini orduların başkomutanı Ebû Ubeyde İbni Cerrâh (r.a) ile O’nun diğer komutan arkadaşları Hâlid İbni Velîd (r.a), Yezîd İbni Ebû Süfyân (r.a), Şürahbil İbni Hasene (r.a),  ve Amr İbni Âs (r.a),  karşıladı ve Şam'da vebâ hastalığı baş gösterdiğini ona haber verdiler.
Hz. Ömer (r.a)' ye haber verilen vebâ, İslâm devletinde ortaya çıkan ilk yaygın bulaşıcı hastalık kabul edilir. Hz. Ömer'in vardığı sıralarda bu ölüm olaylarının yaygın olarak devam ettiği bilinmektedir. Onun bu topraklara girip girmeme konusundaki tereddüdünün sebebi de budur. 
O tarihte Şam, bugünkü Suriye, Filistin, Ürdün ve Irak'ın bir bölümünü kapsayan geniş bir bölgenin adıdır. Serğ kasabası ise, Şam'dan Hicaz' a giden yol üzerinde Şam hacılarının konakladığı yerlerden biridir.

Suriye orduları başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a),  Muâz b. Cebel (r.a) başta olmak üzere birçok sahâbî ile birlikte otuz bine yakın insan Amvâs vebâ salgınında, şehid olmuştur. (3)
  Hz.Âişe (radıyallahu anhâ)’dan rivâyet edildiğine göre, kendisi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tâun hastalığını sormuş, o da şöyle buyurmuştur:
 “Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü’minler için rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.” (4) 
 Tâun (vebâ), kitle halinde ölümlere sebep olan bulaşıcı bir hastalıktır.  Her hangi bir yörede alışılagelmişin dışında ortaya çıkması ve büyük ölçüde ölüme vesile olması, onun azab olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur.
 Hadiste müslümanların bu hastalığa yakalanmayacaklarına değil, bu hastalığın onlar için rahmet vesilesi kılındığına, şartlarına uyanlar için şehid ecri kazandıracağına işâret edilmektedir. Şartlar ise, şöyle sıralanmıştır :
-      Tâun(vebâ)’a yakalanmış kişi; sabredip ecrini Allah’dan bekleyecek,
-      bulunduğu yerden çıkmayacak,
- başına sadece Allah’ın takdir ettiği şeyin geleceğini bilecek ve onu kabullenecek...
      Hadiste, sabrın en çâresiz ortamlarda bile gerekli ve sonucunun gerçekten fevkalâde büyük ve memnuniyet verici olduğuna dikkat çekilmektedir.
      Sabır, imanını koruması için müslümanın en büyük sığınağı ve silahıdır.
 Hastalığa sabredip ecrini Allah’tan beklemek, tedâvi için çâre aramamak değildir. Hem kendisinin hem de tıb ilminin imkânlarına göre çâre arayacaktır. Ancak geçmişte vebâ karşısında tıbbın imkânları nasıl yok idiyse, şimdi de kişinin ya da  hastalığın çıktığı yöre halkının imkânları olmayabilir. Böylesi bir durumda  yapılacak iş, isyan etmeden ecrini Allah’tan beklemek, kendini Cenâb-ı Hakk’a teslim etmektir. Esasen bu, her zaman her şartta her müslümandan istenen ve beklenen bir tavırdır.
 Hastalanan kişinin bulunduğu yerden çıkmaması, hastalığı başka yörelere taşımaması bakımından önemlidir. Hadisimiz karantina uygulamasını bizzat mü’minlerin yürütmesini istemiş olmaktadır.
 Konu ile ilgili diğer hadislerde de işâret edildiği gibi vebâ hastalığının görüldüğü bölgeye giriş ve çıkış yasaklanmıştır. Bu tam bir karantinadır.
 Hastalığın bulunduğu yerde kalmaktan dolayı mutlaka hastalığa yakalanacağını sanmak gibi o bölgeye girse bile hastalanmayacağını iddia etmek de neticede Allah’ın takdirine inanmamak sayılır. İşte bu inanç ve uygulama içinde bulunan ve tâun sebebiyle vefat eden mü’min, şehid muamelesi görecektir.
 Hz. Peygamber Efendimiz (s.av) “Tâun’dan ölen her müslüman, şehîddir” buyurmuştur. (Buhâri, Cihâd 30, Tıb 30) (Müslim, İmâre 166)
 Çünkü şehid, müslümanları tehlikeden korumak maksadıyla düşmanla çarpışırken can veren kişi olduğuna göre, böylesine bulaşıcı ve amansız bir hastalığa sabredip öteki müslümanlara bulaşmaması için gayret eden, yani müslümanları bu hastalıktan korumak için savaşan kişi de aynı şekilde şehid sayılır. Zira ikisi de  müslümanları  korurken ölmüş olmaktadırlar.
 Hz. Aişe’nin “Tâundan kaçmak, harbten kaçmak gibidir” sözü de bu noktadaki benzerliğin bir başka belgesidir.
Tâûn (vebâ) hastalığına yakalanan kimse gerekli çarelere başvurduktan sonra başkalarına bulaştırmamak ve mükâfatını da sadece Allah’tan bekleyerek sabredip bulunduğu yerde oturursa, hem karantina dediğimiz şeyi gerçekleştirmiş hem de sabrından dolayı şehîd sevabı almaya hak kazanmıştır. Çünkü müslümanın namazdan başka bir silahı da sabırdır. (Bakara: 2/45) ayetinde olduğu gibi. (5) 

Hz. Ali (r.a)’nün tâûn (vebâ) hastalığının def’î için tavsiye ettiği şekil şöyledir :

Bedir Gününde, Cenâb-ı Hakk’ın lütfu ile Resul-i Ekrem (Aleyhissalatü Vesselam)’ a vahyen getirilen ve Hz. İmam Ali (r.a.)’nün okuduğu ‘‘Sekine’’ (6) adındaki duayı yine  Hz. İmam Ali (r.a.) başka bir şekle çevirerek tâûn (vebâ) hastalığının def’î için tavsiye etmiştir.

Sekine Duâsı, Allah’ın altı İsm-i Azamı olan “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl, Kuddûs” isimleri ile yapılan bir duadır.Mecmuatü'l-Ahzab (sh 582-597)’ de  “Kaside-i Ercûze” şeklinde geçmektedir.

Duâdan önce bu hastalıktan dolayı Resûlullâh (s.av)’in Ehl-i Beyti adına sadaka verilir. Maddi durumu iyi olanlar bir kurban kesebilirler.  
Bu duâ, hastalıktan şifâ buluncaya kadar her gün 1 defa okunur. 
Duaların kabulü için uygun zaman olarak Hadis-i Şerîflerde farz namazlardan sonra, özellikle sabah namazı sonrası ve gece yarısından sonra (seher vakti) okunması tavsiye edilmiştir.

Hz. Ali (Radıyallahu Anhü) ’nün tâûn hastalığının def’î için okunmasını tavsiye ettiği dua şudur :

1- Niyet edilir. (Allah (c.c)’dan, hastalık için sabır, şifâ, takdirine rızâ, günâhlara keffâret, şehîd ecri kazanmayı isteme vb.) 
    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
(Eûzü billâhi mineşşeytanirracîm) (Bismillahirrahmanirrahîm)
Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
Rahmân, Rahîm olan Allah’ın ismiyle.
2- (7 defa)  İstiğfâr Edilir.  أَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ   (Estağfirullâh)
Allahım! Günâhlarım için senden af ve mağfiret diliyorum.

3- (7 defa) Sâlevât-ı Şerîfe Okunur.
6 defa şöyle okunur :

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اۤلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
Allâhümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed
Son okuyuşta şöyle okunur :

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اۤلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى إِبْرَاهِيمَ وَعَلٰى اۤلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
(Allâhümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed
kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahim. İnneke Hamidun Mecîd.)

Anlamı: 
Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in ev halkına rahmet eyle; şerefini yücelt, İbrahim'e ve İbrahim'in ailesine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.

4-  (10 defa) Tekbir getirilir.   اَللّٰهُ أكْبَرْ   (Allâhu Ekber)  Allah En Büyüktür. 
 Allah (Celle Celâlühü) ilmi, kudreti vesaire isim ve sıfatlarıyla her şeyden büyüktür.

5- (19 defa) Besmele, Altı İsm-i A’zam (7), En’am Sûresi 122. Ayeti okunur.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَرْدٌ حَىٌّ قَيُّومٌ حَكَمٌ عَدْلٌ قُدُّوسٌ
  اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ


1-   (Bismillahirrahmanirrahîm)

2-   (Ferdün-Hayyün-Kayyûmün-Hakemün-Âdlün-Kuddusün)

3-   (Evemen kâne meyten fe ahyeynâhû)

Anlamı :

1- Rahmân, Rahîm olan Allah’ın ismiyle

2- O, tek ve bir olan Ferd’dir.

Hayatı ezelî ve ebedî olan Hayy’dır.

Bütün mevcudât kendisiyle varlıkta kalan Kayyûm’dur.

Adalet ve hikmetle hükmeden ve kullarının menfaatine olanı yaratan Hakem’dir.

Sonsuz adâlet sahibi olan Âdl’dir.

Her noksanlıktan münezzeh olan Kuddüs’tür.

3- "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse….’’ (8)

6- (1-3 defa) Tâûn duâsının kabûlü için sonunda şu dua okunur :

 أُلْطُفْ بِناَ فِيماَ نَزَلَ   ياَ مَنْ لَطِيفُ لَمْ يَزَلْ
 عَنْ قَهْرِكَ يَوْمَ الْخلَلِ   أَنْتَ الْقَوِيُّ نَجِّناَ
نَارَ الْوَبَٓاءِ الْحَاطِمَةَ  ل۪ى خَمْسَةٌ اُطْف۪ى بِهَا
ألْمُصْطَفٰى وَ الْمُرْتَضٰى وَابْنَاهُمَا وَ الْفَاطِمَةُ

آمِين  يَا مُعِينُ  (جَلَّ جَلاَلُهُ)

“Yâ men Latîfu lem yezel   Ultuf binâ fîmâ nezel

Entel qaviyyu neccinâ     Ân qahrike yevmel halel

Li hamsetun utfî bihâ     Nare’l vebâ il-Hâtimeh

El-Mustâfâ ve’l-Murteza vebnâhuma ve’l-Fâtimeh. ”

Amîn… Ya Muîn (Celle Celâlühü)

Anlamı: 
“Ey her daim Latîf olan (Allahım)! Uğradığımız musibete karşı bize lütfeyle,
Sen ki, gerçek güç sahibisin… Bizi dengelerin bozulacağı (kıyametin kopacağı) günde intikam ve azabından kurtar (Allahım)

Ben ki beş (isim)e sahibim… (Her şeyi) kırıp parçalayan vebanın ateşini onlarla söndürürüm. (Bu isimler) :

Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v), Hz.Âliyyu’l-Murteza (r.a), (Hz.Hasan(r.a) ve Hz.Hüseyin (r.a)) iki torun ve Fatıma(r.a)’dır.
Dualarımızı kabul buyur ey Muîn (Kullarına yardım eden Allahım) (9)

Ümmü’l-Mü’minîn Âişe-i Sıddîka’dan (r.a.) mervîdir ki, demiş: (10)  
  
خَرَجَ النَّبِىُّ غَدَاةً وَعَلَيْهِ مِرْطٌ مُرَجَّلٌ مِنْ شَعْرٍ اَسْوَدَ فَجَاءَ الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ فَأَدْخَلَهُ ثُمَّ جَاءَ الْحُسَيْنُ فَدَخَلَ مَعَهُ ثُمَّ جَاۤءَتْ فَاطِمَةُ فَأَدْخَلَهَا ثُمَّ جَاءَ عَلِىٌّ فَأَدْخَلَهُ ثُمَّ قَالَ: 
 (11)   اِنَّمَا يُرِيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا 

“Hz.Peygamber (a.s.), üzerinde siyah yünden yapılmış nakışlı bir örtüyle sabahleyin evden çıktı. O esnada Hasan bin Ali (r.a.) geldi. Hemen onu örtünün altına aldı. Sonra Hüseyin (r.a.) geldi. O da onunla beraber örtünün altına girdi. Sonra Fâtıma (r.a.) geldi. Onu da içeri aldı. Sonra Ali (r.a.) geldi. Onu da içeri aldı. Ve sonra şöyle dedi:
‘‘Ey Peygamber âilesi, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.”

Bediüzzaman Hazretlerinin Barla Lâhikası şöyle bir izahı vardır : (12)
Bir zât def-i beliyyât için istişfâ (اِسْتِشْفَاۤءْ) (13) ve istişfa' (اِسْتِشْفَاعْ) (14) için böyle demiş:
نَارَ الْوَبَٓاءِ الْحَاطِمَةَ ل۪ى خَمْسَةٌ أُطْف۪ى بِهَا
ألْمُصْطَفٰى وَ الْمُرْتَضٰى وَابْنَاهُمَا وَ الْفَاطِمَةُ  
Ben ki beş (isim)e sahibim… (Her şeyi) kırıp parçalayan vebanın ateşini onlarla söndürürüm (Bu isimler) :
Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v), Hz.Âliyyu’l-Murteza (r.a), (Hz.Hasan(r.a) ve Hz.Hüseyin (r.a)) iki torun ve Fatıma(r.a)’dır.


Kaynaklar :

(1) Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi 8 Cilt, Erkam Yayınları

(2) Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Müslümanların Tarihi (5 Ciltlik Takım),           Beyân Yayınları

(3) İbnü'l Esîr el-Kâmil fi't-Tarih Cilt:2 sh. 558-561

İbn-i Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ Cilt:7 sh. 387, 404-405 

Tarihü’l İslam, İmam Zehebi, Cantaş Yayınları Cilt: 5 Bölüm: 5 sh. 266

Tarihi Halife sh. 138. İmam Taberî bunu tam tafsilatla verir 2/479-480

TDV, İslâm Ansiklopedisi, AMVÂS (عمواس) maddesi, Amvâs Vebâ Salgını.

Prof. Dr. Adnan Demircan, Derin Tarih, Ya‘kūbî, Kitâbü’l-Büldân, s. 85.

Belâzürî, Fütûh (Müneccid), s. 164, 165. , Ensâb, III, 25-26. 

İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Ukkâşe), s. 121, 183, 325, 345, 601.

Taberî, Târîh  I, 2516-2522, 2570, 2578.  Yâkūt, Muʿcemul-Buldân, IV, 157-158. 

(4) Sahih-i Buhari, Cihad:30 Tıb: 30-31, Enbiya: 54, Kader: 15

Sahih-i Müslim, Selam: 92-95 Riyazu's-Salihin Hadis No: 33, 1357, 1794

(5) Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 21.

(6) Sekine : (اَلسَّكيِنَةُ) : Allah (Celle Celâluhu)’ nun müminlere bahşettiği sükûnet ve güven anlamında bir Kur’an terimi. TDV, İslâm Ansiklopedisi, Sekîne Maddesi.

Risâle-i Nur Külliyatı’ndan Osmanlıca Lem’âlar, 18.Lem'a, Şualar, s. 635

Risâle-i Nur Külliyatı’ndan Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh.134-Hayrat Neşriyat

Cevşenü'l Kebir ve Meâli İcmali, Tercüme Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki, Tenvir Neşriyat

(7) İsm-i A’zam : (اَلْإسْمُ الْأَعْظَم)  " اِسْمُ اللّٰهِ الْأَعْظَم "  : 

      Allah (Celle Celâluhu)’ nun en büyük ismi anlamında bir tabir.

      Risâle-i Nur Külliyatı, Lem’âlar, 30.Lem’â sh. 399, Hayrat Neşriyat

(8) En'âm Sûresi 122.Ayet-i Kerîmesi ve Meâl-i Şerîfi:

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ 
مِنْهَاۜ   كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu gibi olur mu? 
İşte kafirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir."

(9) Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî (k.s) Mecmuâtü’l-Ahzâb, Cilt:3 sh.505-506,
      Okuma Dünyası Yayınları

(10) Sahih-i Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 61, Hadis No: 2424

(11) Ahzâb Sûresi, 33. Ayet-i Kerîmesi ve Meâl-i Şerîfi :

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّمَا يُرِيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيرًا

 ‘‘Ey Peygamber âilesi, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak  istiyor.”

(12) Risâle-i Nur Külliyatı, Barla Lâhikası 267.Mektub, Envar Neşriyat

(13) İstişfâ : اِسْتِشْفَآءْ  : Şifâ istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak.

(14) İstişfa’ : اِسْتِشْفَاعْ   Şefaât dilemek. Birisinin yardımını istemek.



Hiç yorum yok:

basmalah_sparkling

Arama Motoru / Search