بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ
عَلٰى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ
وَعَلٰى اٰلِهِ وَ صَحْبِهِ أَجْمَعِينَ
“Her türlü hamd âlemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur. Salât ve Selâm Peygamberimiz Hz. Muhammed’e, ve O’nun ehl-i beytine
(ailesine) ve ashabının hepsine olsun.’’
Bugünlerde Koronavirüs adı
verilen bir hastalık bütün dünyada hızla yayılmaktadır. Bu hastalığın eski
ismi Tâûn’dur. Kitlesel ölümlere sebep olan vebâ hastalığıdır. Eskiden
zalim kavimlere gelen bir musibettir. Aşağıda açıklaması yapılacak olan hadis-i
şerîfte mü'minler için rahmet olduğu bildirilmiştir.
Tâûn (Vebâ), her
ne kadar bir hastalık adı olarak kullanılıyorsa da, bütün bulaşıcı hastalıkları
içine alan bir anlam genişliğine sahiptir. (1)
İbnü'l Esîr, Tâûnu tarif ederken şöyle
der:
''Havayı, mizâcı, bedeni ifsad eden
umûmî bir hastalıktır.'' (2)
Tâûn(vebâ) denilen bulaşıcı hastalıklara
yakalananların elbiselerinden, eşyalarından, onlarla temastan ve nefeslerinden
sakınmak gerekir.
Hicretin 17. yılı sonlarında Kudüs’ün
fethinden sonra Hz.Ömer İbni Hattâb (r.a) Şam'a doğru bir seyahat yapmıştır.
Tebük’e bağlı Serğ kasabasına varınca,
kendisini orduların başkomutanı Ebû Ubeyde İbni Cerrâh (r.a) ile O’nun diğer komutan arkadaşları Hâlid İbni Velîd
(r.a), Yezîd İbni Ebû Süfyân (r.a), Şürahbil İbni Hasene (r.a), ve Amr İbni Âs (r.a), karşıladı ve Şam'da vebâ
hastalığı baş gösterdiğini ona haber verdiler.
Hz. Ömer (r.a)' ye haber verilen vebâ, İslâm
devletinde ortaya çıkan ilk yaygın bulaşıcı hastalık kabul edilir. Hz. Ömer'in
vardığı sıralarda bu ölüm olaylarının yaygın olarak devam ettiği bilinmektedir.
Onun bu topraklara girip girmeme konusundaki tereddüdünün sebebi de
budur.
O tarihte Şam, bugünkü Suriye, Filistin, Ürdün ve
Irak'ın bir bölümünü kapsayan geniş bir bölgenin adıdır. Serğ
kasabası ise, Şam'dan Hicaz' a giden yol üzerinde Şam hacılarının konakladığı
yerlerden biridir.
Suriye orduları
başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrah
(r.a), Muâz b. Cebel (r.a) başta
olmak üzere birçok sahâbî ile birlikte otuz bine yakın insan Amvâs vebâ salgınında, şehid
olmuştur. (3)
Hz.Âişe (radıyallahu anhâ)’dan rivâyet
edildiğine göre, kendisi Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tâun
hastalığını sormuş, o da şöyle buyurmuştur:
“Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği
kimseleri kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü’minler için
rahmet kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve
ecrini Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak
Allah ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı
verilir.” (4)
Tâun (vebâ), kitle halinde
ölümlere sebep olan bulaşıcı bir hastalıktır. Her hangi bir yörede alışılagelmişin dışında
ortaya çıkması ve büyük ölçüde ölüme vesile olması, onun azab olarak
nitelendirilmesine sebep olmuştur.
Hadiste müslümanların bu hastalığa
yakalanmayacaklarına değil, bu hastalığın onlar için rahmet vesilesi
kılındığına, şartlarına uyanlar için şehid ecri kazandıracağına işâret
edilmektedir. Şartlar ise, şöyle sıralanmıştır :
- Tâun(vebâ)’a yakalanmış kişi;
sabredip ecrini Allah’dan bekleyecek,
- bulunduğu yerden çıkmayacak,
- başına sadece Allah’ın takdir ettiği
şeyin geleceğini bilecek ve onu kabullenecek...
Hadiste, sabrın en çâresiz ortamlarda
bile gerekli ve sonucunun gerçekten fevkalâde büyük ve memnuniyet verici
olduğuna dikkat çekilmektedir.
Sabır, imanını koruması için müslümanın en büyük sığınağı ve silahıdır.
Hastalığa sabredip
ecrini Allah’tan beklemek, tedâvi için çâre aramamak değildir. Hem kendisinin
hem de tıb ilminin imkânlarına göre çâre arayacaktır. Ancak geçmişte
vebâ karşısında tıbbın imkânları nasıl yok idiyse, şimdi de kişinin ya da
hastalığın çıktığı yöre halkının imkânları olmayabilir. Böylesi bir durumda yapılacak iş, isyan etmeden ecrini Allah’tan
beklemek, kendini Cenâb-ı Hakk’a teslim etmektir. Esasen bu, her zaman
her şartta her müslümandan istenen ve beklenen bir tavırdır.
Hastalanan kişinin
bulunduğu yerden çıkmaması, hastalığı başka yörelere taşımaması bakımından
önemlidir. Hadisimiz karantina
uygulamasını bizzat mü’minlerin yürütmesini istemiş olmaktadır.
Konu ile ilgili diğer hadislerde de işâret
edildiği gibi vebâ hastalığının görüldüğü bölgeye giriş ve çıkış
yasaklanmıştır. Bu
tam bir karantinadır.
Hastalığın bulunduğu yerde kalmaktan dolayı
mutlaka hastalığa yakalanacağını sanmak gibi o bölgeye girse bile
hastalanmayacağını iddia etmek de neticede Allah’ın takdirine inanmamak
sayılır. İşte bu inanç
ve uygulama içinde bulunan ve tâun sebebiyle vefat eden mü’min, şehid muamelesi
görecektir.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.av) “Tâun’dan ölen her müslüman, şehîddir” buyurmuştur.
(Buhâri, Cihâd 30, Tıb 30) (Müslim, İmâre 166)
Çünkü şehid, müslümanları tehlikeden korumak
maksadıyla düşmanla çarpışırken can veren kişi olduğuna göre, böylesine
bulaşıcı ve amansız bir hastalığa sabredip öteki müslümanlara bulaşmaması için
gayret eden, yani müslümanları bu hastalıktan korumak için savaşan kişi de aynı
şekilde şehid sayılır. Zira ikisi de müslümanları korurken ölmüş
olmaktadırlar.
Hz. Aişe’nin “Tâundan
kaçmak, harbten kaçmak gibidir” sözü de bu noktadaki benzerliğin bir
başka belgesidir.
Tâûn (vebâ) hastalığına
yakalanan kimse gerekli çarelere başvurduktan sonra başkalarına bulaştırmamak
ve mükâfatını da sadece Allah’tan bekleyerek sabredip bulunduğu yerde oturursa,
hem karantina dediğimiz şeyi gerçekleştirmiş hem de sabrından dolayı şehîd
sevabı almaya hak kazanmıştır. Çünkü müslümanın namazdan başka bir silahı da
sabırdır. (Bakara: 2/45) ayetinde olduğu
gibi. (5)
Hz. Ali
(r.a)’nün tâûn (vebâ) hastalığının def’î için tavsiye ettiği şekil şöyledir :
Bedir Gününde, Cenâb-ı
Hakk’ın lütfu ile Resul-i Ekrem (Aleyhissalatü Vesselam)’ a vahyen getirilen ve
Hz. İmam Ali (r.a.)’nün okuduğu ‘‘Sekine’’ (6) adındaki
duayı yine Hz. İmam Ali (r.a.) başka bir şekle çevirerek tâûn (vebâ)
hastalığının def’î için tavsiye etmiştir.
Sekine
Duâsı, Allah’ın altı İsm-i Azamı olan “Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem,
Adl, Kuddûs” isimleri ile yapılan bir duadır.Mecmuatü'l-Ahzab (sh
582-597)’ de “Kaside-i Ercûze” şeklinde geçmektedir.
Duâdan önce bu
hastalıktan dolayı Resûlullâh (s.av)’in Ehl-i Beyti adına sadaka verilir. Maddi
durumu iyi olanlar bir kurban kesebilirler.
Bu duâ, hastalıktan şifâ buluncaya kadar her gün 1 defa okunur.
Duaların
kabulü için uygun zaman olarak Hadis-i Şerîflerde farz namazlardan sonra,
özellikle sabah namazı sonrası ve gece yarısından sonra (seher vakti) okunması
tavsiye edilmiştir.
Hz. Ali (Radıyallahu
Anhü) ’nün tâûn hastalığının def’î için okunmasını tavsiye ettiği dua şudur :
1- Niyet
edilir. (Allah (c.c)’dan, hastalık için sabır, şifâ,
takdirine rızâ, günâhlara keffâret, şehîd ecri kazanmayı isteme vb.)
بِسْمِ اللّٰهِ
الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ أَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ
الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
(Eûzü billâhi mineşşeytanirracîm) (Bismillahirrahmanirrahîm)
Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
Rahmân, Rahîm olan Allah’ın ismiyle.
2- (7 defa) İstiğfâr Edilir. أَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ (Estağfirullâh)
2- (7 defa) İstiğfâr Edilir. أَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ (Estağfirullâh)
Allahım!
Günâhlarım için senden af ve mağfiret diliyorum.
3- (7 defa) Sâlevât-ı Şerîfe Okunur.
6 defa şöyle
okunur :
اَللّٰهُمَّ
صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اۤلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
Allâhümme salli
alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed
Son okuyuşta
şöyle okunur :
اَللّٰهُمَّ
صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اۤلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ
كَمَا
صَلَّيْتَ عَلٰى إِبْرَاهِيمَ وَعَلٰى اۤلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ
(Allâhümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina
Muhammed
kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahim. İnneke Hamidun
Mecîd.)
Anlamı:
Allahım! Muhammed'e ve Muhammed'in ev
halkına rahmet eyle; şerefini yücelt, İbrahim'e ve İbrahim'in ailesine rahmet
ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de
sensin.
4- (10 defa) Tekbir getirilir. اَللّٰهُ
أكْبَرْ (Allâhu Ekber) Allah En Büyüktür.
Allah (Celle Celâlühü) ilmi, kudreti vesaire
isim ve sıfatlarıyla her şeyden büyüktür.
5- (19 defa) Besmele, Altı İsm-i A’zam (7), En’am Sûresi 122. Ayeti okunur.
بِسْمِ
اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَرْدٌ
حَىٌّ قَيُّومٌ حَكَمٌ عَدْلٌ قُدُّوسٌ
اَوَمَنْ
كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ
1- (Bismillahirrahmanirrahîm)
2- (Ferdün-Hayyün-Kayyûmün-Hakemün-Âdlün-Kuddusün)
3- (Evemen kâne meyten fe ahyeynâhû)
Anlamı :
1- Rahmân, Rahîm
olan Allah’ın ismiyle
2- O, tek ve bir olan Ferd’dir.
Hayatı ezelî ve ebedî olan Hayy’dır.
Bütün mevcudât kendisiyle varlıkta kalan Kayyûm’dur.
Adalet ve hikmetle hükmeden ve kullarının menfaatine olanı yaratan
Hakem’dir.
Sonsuz adâlet sahibi olan Âdl’dir.
Her noksanlıktan münezzeh olan Kuddüs’tür.
3- "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse….’’ (8)
6- (1-3 defa) Tâûn duâsının kabûlü için sonunda şu dua okunur :
أُلْطُفْ بِناَ فِيماَ نَزَلَ ياَ مَنْ لَطِيفُ لَمْ يَزَلْ
عَنْ قَهْرِكَ يَوْمَ الْخلَلِ أَنْتَ الْقَوِيُّ نَجِّناَ
نَارَ الْوَبَٓاءِ الْحَاطِمَةَ ل۪ى خَمْسَةٌ اُطْف۪ى بِهَا
ألْمُصْطَفٰى وَ الْمُرْتَضٰى وَابْنَاهُمَا وَ الْفَاطِمَةُ
آمِين يَا مُعِينُ (جَلَّ جَلاَلُهُ)
“Yâ men Latîfu lem yezel Ultuf
binâ fîmâ nezel
Entel qaviyyu neccinâ Ân
qahrike yevmel halel
Li hamsetun utfî bihâ Nare’l
vebâ il-Hâtimeh
El-Mustâfâ ve’l-Murteza vebnâhuma ve’l-Fâtimeh. ”
Amîn… Ya Muîn
(Celle Celâlühü)
Anlamı:
“Ey her daim
Latîf olan (Allahım)! Uğradığımız musibete karşı bize lütfeyle,
Sen ki, gerçek
güç sahibisin… Bizi dengelerin bozulacağı (kıyametin kopacağı) günde intikam ve
azabından kurtar (Allahım)
Ben ki beş
(isim)e sahibim… (Her şeyi) kırıp parçalayan vebanın ateşini onlarla söndürürüm.
(Bu isimler) :
Hz.Muhammed
Mustafa (s.a.v), Hz.Âliyyu’l-Murteza (r.a), (Hz.Hasan(r.a) ve Hz.Hüseyin (r.a))
iki torun ve Fatıma(r.a)’dır.
Dualarımızı
kabul buyur ey Muîn (Kullarına yardım eden Allahım) (9)
Ümmü’l-Mü’minîn Âişe-i Sıddîka’dan (r.a.) mervîdir ki,
demiş: (10)
خَرَجَ النَّبِىُّ غَدَاةً وَعَلَيْهِ مِرْطٌ مُرَجَّلٌ مِنْ
شَعْرٍ اَسْوَدَ فَجَاءَ الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ فَأَدْخَلَهُ ثُمَّ جَاءَ
الْحُسَيْنُ فَدَخَلَ مَعَهُ ثُمَّ جَاۤءَتْ فَاطِمَةُ فَأَدْخَلَهَا ثُمَّ جَاءَ
عَلِىٌّ فَأَدْخَلَهُ ثُمَّ قَالَ:
(11) اِنَّمَا يُرِيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ
تَطْهِيرًا
“Hz.Peygamber (a.s.), üzerinde siyah yünden yapılmış nakışlı bir
örtüyle sabahleyin evden çıktı. O esnada Hasan bin Ali (r.a.) geldi. Hemen onu
örtünün altına aldı. Sonra Hüseyin (r.a.) geldi. O da onunla beraber örtünün
altına girdi. Sonra Fâtıma (r.a.) geldi. Onu da içeri aldı. Sonra Ali (r.a.)
geldi. Onu da içeri aldı. Ve sonra şöyle dedi:
‘‘Ey Peygamber âilesi, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz
yapmak istiyor.”
Bediüzzaman Hazretlerinin Barla Lâhikası şöyle bir izahı vardır : (12)
Bir
zât def-i beliyyât için istişfâ (اِسْتِشْفَاۤءْ) (13) ve
istişfa' (اِسْتِشْفَاعْ) (14) için
böyle demiş:
نَارَ الْوَبَٓاءِ الْحَاطِمَةَ ل۪ى خَمْسَةٌ أُطْف۪ى بِهَا
ألْمُصْطَفٰى وَ الْمُرْتَضٰى وَابْنَاهُمَا وَ الْفَاطِمَةُ
Ben ki beş
(isim)e sahibim… (Her şeyi) kırıp parçalayan vebanın ateşini onlarla söndürürüm
(Bu isimler) :
Hz.Muhammed
Mustafa (s.a.v), Hz.Âliyyu’l-Murteza (r.a), (Hz.Hasan(r.a) ve Hz.Hüseyin (r.a))
iki torun ve Fatıma(r.a)’dır.
Kaynaklar :
(1) Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi 8 Cilt, Erkam Yayınları
(2) Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Müslümanların Tarihi (5 Ciltlik Takım), Beyân Yayınları
(3) İbnü'l Esîr el-Kâmil fi't-Tarih Cilt:2 sh. 558-561
İbn-i Sa’d,
Tabakâtü’l-Kübrâ Cilt:7 sh. 387, 404-405
Tarihü’l İslam, İmam
Zehebi, Cantaş Yayınları Cilt: 5 Bölüm: 5 sh. 266
Tarihi Halife sh.
138. İmam Taberî bunu tam tafsilatla verir 2/479-480
TDV, İslâm
Ansiklopedisi, AMVÂS (عمواس) maddesi, Amvâs Vebâ Salgını.
Prof. Dr. Adnan
Demircan, Derin Tarih, Ya‘kūbî, Kitâbü’l-Büldân, s. 85.
Belâzürî, Fütûh (Müneccid), s. 164, 165. , Ensâb,
III, 25-26.
İbn
Kuteybe, el-Maʿârif (Ukkâşe), s. 121, 183, 325, 345, 601.
Taberî, Târîh
I, 2516-2522, 2570, 2578. Yâkūt, Muʿcemu’l-Buldân, IV, 157-158.
(4) Sahih-i Buhari, Cihad:30 Tıb: 30-31,
Enbiya: 54, Kader: 15
Sahih-i Müslim,
Selam: 92-95 Riyazu's-Salihin Hadis No: 33, 1357, 1794
(5) Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam
Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 21.
(6) Sekine : (اَلسَّكيِنَةُ) : Allah (Celle Celâluhu)’ nun müminlere bahşettiği sükûnet ve güven
anlamında bir Kur’an terimi. TDV, İslâm Ansiklopedisi, Sekîne Maddesi.
Risâle-i Nur
Külliyatı’ndan Osmanlıca Lem’âlar, 18.Lem'a, Şualar, s. 635
Risâle-i Nur
Külliyatı’ndan Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh.134-Hayrat Neşriyat
Cevşenü'l Kebir ve Meâli
İcmali, Tercüme Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki, Tenvir Neşriyat
(7) İsm-i A’zam : (اَلْإسْمُ
الْأَعْظَم) " اِسْمُ اللّٰهِ الْأَعْظَم " :
Allah (Celle
Celâluhu)’ nun en büyük ismi anlamında bir tabir.
Risâle-i Nur Külliyatı, Lem’âlar,
30.Lem’â sh. 399, Hayrat Neşriyat
(8) En'âm Sûresi 122.Ayet-i Kerîmesi ve Meâl-i Şerîfi:
بِسْمِ
اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَوَمَنْ
كَانَ مَيْتاً فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ
كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ
مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا
يَعْمَلُونَ
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin
durumu, hiç, karanlıklar içinde kalmış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin durumu
gibi olur mu?
İşte kafirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir."
(9) Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî (k.s)
Mecmuâtü’l-Ahzâb, Cilt:3 sh.505-506,
Okuma Dünyası Yayınları
(10) Sahih-i Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 61, Hadis No: 2424
(11) Ahzâb Sûresi, 33. Ayet-i Kerîmesi ve Meâl-i Şerîfi :
بِسْمِ
اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّمَا يُرِيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ
تَطْهِيرًا
‘‘Ey Peygamber âilesi,
Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.”
(12) Risâle-i Nur Külliyatı, Barla Lâhikası 267.Mektub, Envar Neşriyat
(13) İstişfâ : اِسْتِشْفَآءْ : Şifâ istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak.
(14) İstişfa’ : اِسْتِشْفَاعْ : Şefaât dilemek. Birisinin
yardımını istemek.