Salı, Şubat 24, 2009

Kur’an-ı Kerîm, Âl-i İmrân Sûresi 103. Ayet-i Kerîmesi ve Meâl-i Şerîfi


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ

مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Kur’an-ı Kerîm, Âl-i İmrân Sûresi 103. Ayet Meâl-i Şerîfi :
Ve hepiniz Allah Teâlâ'nın ipine sımsıkı tutunun, biribirinizden ayrılmayın ve Allahın üzerinizdeki ni'metini düşünün. Siz birbirinize düşmanlar iken o sizin kalblerinizin arasında ülfet husule getirip yanaştırdı da ni'meti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz.(Allah Teâlâ kalplerinizi birleştirdi de O'nun nîmeti sebebiyle kardeşler oluverdiniz.) Hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da o tuttu sizi ondan kurtardı, şimdi böyle size âyetlerini beyan ediyor ki, tâ ki hidâyete erebilesiniz. (Doğru yolu bulabilesiniz ve Allah’a doğru gidebilesiniz.)

Bakara Sûresi 274. Ayet-i Kerîmesi


بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ
الَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُم بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلاَنِيَةً
فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ
Bakara Sûresi 274. Ayet-i Kerîme Meâli :
Onlar ki, mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâre olarak infak ederler, artık onlar için Rableri nezdinde mükâfaatları vardır. Ve onlara bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.
(Those who spend their wealth (in Allah's cause) by night and day, in secret and in public, they shall have their reward with their Lord. On them shall be no fear, nor shall they grieve.)

Cumartesi, Şubat 21, 2009

Bediüzzaman Said en-Nursî (r.a)_Risale-i Nur Külliyatı_Mesnevi-i Nuriye_Hatime




Hâtime
(Şu hâtime, dört çeşit hastalıkları beyan eder. Ve tedavi çarelerini gösterir.)
Birinci Hastalık: "Ye's" tir.
Arkadaş! Amele ve taate muvaffak olamayan azabdan korkar, yeise düşer. Böyle bir me'yusun gözüne, dinî mes'elelere münafî edna ve zayıf bir emare, kocaman bir bürhan görünür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin saikasıyla ilân-ı isyan ederek İslâm dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder. Binaenaleyh a'male muvaffak olamayanlar, yeise düşmemek için şu âyete müracaat etsin:
بسم الله الرحمن الرحيم
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ
إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعًا إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Zümer Sûresi 53.Ayet-i Kerîme Meâli :
De ki: «Ey nefisleri üzerine israfta bulunmuş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden yeise düşmeyiniz. Şüphe yok ki, Allah günahları cümleten yarlığar. Muhakkak ki, O (evet) O, Gafur'dur, Rahim'dir.»
İkinci Hastalık: "Ucb" dur.
Arkadaş! Ye'se düşen adam, azabdan kurtulmak için, istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki, bir miktar hasenat ve kemalâtı var, hemen o kemalâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: "Bu kemalât beni kurtarır, yeter" diye bir derece rahat eder. Halbuki a'male güvenmek ucbdur. İnsanı dalalete atar. Çünki insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.
Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünki kendisinin eser-i san'atı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakita olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib san'at, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni'-i Hakîm'in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o hanede emaneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir.
Ve keza esbab içerisinde en eşref, en kuvvetli bir ihtiyar sahibi insan iken, ef'al-i ihtiyariye namıyla kendisine mal zannettiği ef'alin ekl, şürb gibi en âdi bir fiilin husulünde, yüz cüz'ünden ancak bir cüz'ü insana aittir.
Ve keza insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havassının en genişi hayal olduğu halde, o hayal akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun?
Ve keza şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok fiiller cereyan etmektedir. O fiiller şuurî oldukları halde, şuurun taalluk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin fâili bir Sâni'-i Zîşuur'dur. Ne sen fâilsin ve ne senin esbabın... Binaenaleyh mâlikiyet davasından vazgeç. Kendini mehasin ve kemalâta masdar olduğunu zannetme. Ve kat'iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünki sû'-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir. Binaenaleyh
¬ له الملك وله الحمد ولاحول ولاقوة الاّ بالله..
de.
Üçüncü Hastalık: "Gurur" dur.
Evet gurur ile insan maddî ve manevî kemalât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslaf-ı izamın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki eslaf-ı izamın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar.
Dördüncü Hastalık: "Sû'-i zan" dır.
Evet insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû'-i ahlâkı, sû'-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. Binaenaleyh eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû'-i zandır. Sû'-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.

Mesnevî-i Nuriye - Şûle - Dualar üç kısımdır



İ'lem eyyühe'l-aziz!
Dualar üç kısımdır :
Birisi: İnsanın lisanıyla yaptığı kavlî dualardır. Savt ve sadalı hayvanatın, meselâ acıktıkları zaman kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadâlar dahi kavlî dualardandır.
İkinci kısım: Nebatat, eşcarın, bilhassa bahar mevsiminde lisan-ı ihtiyaçla yaptıkları ihtiyacî dualardır.
Üçüncüsü: Tahavvül, tekemmül şe'ninde olan şeylerin, lisan-ı istidatla hissedilen istidadî dualarıdır.
Evet, herşey Cenab-ı Hakkı tesbih ettiği gibi lisanıyla, ihtiyacıyla, istidadıyla dahi Allah'a dua eder.
Mesnevî-i Nuriye - Şûle


Arab’ın Eşeği

Adamın birisinin tarlasına bir eşek girer.
Sürüp ekip sulamak için ter döktüğü tarladaki ekinleri yemeye başlar
Şimdi bu eşeği nasıl çıkarsın adam? Cevap vermesi zor bir soru!!!
Adam hemen hızla eve gider. Alet edevatlarını getirir.
İşin beklemeye tahammülü yok! Uzun bir sopa ,bir çekiç,bir miktar çivi ve bir de büyükçe bir tabaka mukavva getirir.
Mukavvanın üzerine şöyle yazar:
“Ey eşek tarlamdam çık!”
Sonra mukavvayı uzun sopaya çakar.
Çivi ve çekiçle tarladaki ekinleri yemekte olan eşeğin yanına varır
Elindeki pankartı kaldırır ve sabahın köründen itibaren elinde pankartla dikilir.
Tâ güneş batıncaya kadar fakat eşek çıkmaz! Adam şaşkındır.
Belki de eşek pankartta ne yazıldığını anlamamıştır?
Eve döner ve yatar uyur.
Ertesi sabah çok sayıda pankart hazırlar. Çocuklarını ve komşularını da çağırır.
Köy halkını galeyena getirir.
“Yani bir zirve toplar” İnsanları kuyruklar halinde dizer.
Ellerinde pankartlar: “Ey eşek tarladan çık
“Eşeğe ölüm!”
“Yazıklar olsun sana ey eşek tarla sahibinden ne istiyorsun?
” Eşeğin ekinleri yemekte olduğu tarlanın etrafını çevirirler
Başlarlar slogan atmaya: “Çık ey eşek, çıkmazsan fena olur!” Eşek eşek !
Yemeğe devam eder ve etrafında olup bitenlere dönüp bakmaz bile
Ertesi gün de güneş batar.
İnsanlar bağırmaktan, slogan atmaktan yorulmuş ve sesleri kısılmıştır.
Bakarlar ki eşek kendilerine aldırmıyor, dönerler evlerine.
Başka bir çözüm bulmak lazım!
Üçüncü günü sabahı
Adam evinde başka bir şey yapmaya girişir.
Eşeği çıkarmak için yeni bir plan...
Çünkü ekinler ha bitti ha bitecek.Adam yeni icadını getirir.
Eşeğin kuklası. Gerçek eşeğe çok benziyor.
Eşeğin tarlada ekinleri yediği yere gelince, eşeğin gözleri önünde eşeğe çıkması için bağırıp duran kalabalık köylülerin önünde maket üzerine benzin döker ve ateşe verir.
Kalabalıklar tekbir getirir. Eşek de ateşin olduğu yere bakar.
Sonra da umursamaksızın tarlada otlamaya devam eder. Amma da inatçı eşekmiş yahu! Laftan anlamıyor. Bu sefer eşekle görüşmek için heyet gönderirler.
Derler ki: Tarla sahibi kendisinin tarlasından çıkmanı istiyor.
Haklı olan o ! Sana düşen çıkıp gitmek. Eşek hala onlara bakar. Sonra otlamaya devam eder. Hiç onlara aldırmaz. Başarısız birkaç girişimden sonra başka bir aracı gönderir. Aracı eşeğe der ki:
Tarla sahibi hazır. Tarlanın bir kısmından vazgeçmeye
.Eşek yemeye devam eder, dönüp bakmaz bile. Üçte birini sana vermeye razı!
Eşek yine cevap vermez. “Yarısını verecek!” Eşekte yine cevap yok.Peki peki!
İstediğin kadar alanı sen belirle ama belirlediğin alanın dışına çıkma
. Eşek başını kaldırır.
Artık yiye yiye iyice doymuştur. Tarlanın kenarına doğru biraz ilerler, kalabalığa bakar ve düşünür. İnsanlar sevinirler.Nihayet eşek anlaşmaya yanaştı. Tarla sahibi tahtaları getirir.Tarlayı ikiye böler ve ???????
Eşeğin olduğu hisseyi ona bırakır.
Ertesi sabah Tarla sahibini bir sürpriz beklemektedir. Eşek kendi hissesini bırakmış.
Tarla sahibinin hissesine dalmış.
Otlamaya burada devam ediyor. Kardeşimiz tekrar pankartlara müracaat eder ve mitinglere.
Anlaşılan faydası yok. Bu eşek laftan anlamıyor. Galiba bu , bu yörenin eşeği değil
Herhalde başka bir köyden gelme.
Adam artık tarlanın tamamını eşeğe bırakmayı ve başka bir köye gidip yeni bir tarla edinmeyi düşünmeye başlar. 
Orada hazır bulunanların ve büyük kalabalığın gözleri önünde köydeki son insanın bile hazır olduğu bu kalabalık huzurunda bu ümitsizce çabalara, işgalci, inatçı, mütekebbir, saldırgan ve zarar kaynağı eşeği çıkarmak için sergilenen bu çabalara katkıda bulunmak için küçük bir oğlan çocuğu da gelmişti.
Çocuk kalabalıkları yararak,
 tarlaya girdi. Eşeğin yanına vardı. 
Küçük bir sopa ile eşeğin kıçına vurdu...O da ne ?
 Eşek dört nala tarlayı terkediyor !!! ” Hay Allah!” diye bağırır herkes.
“Bu ufaklık hepimizi rezil etti.”
Hepimizi komşu köyler nezdinde de maskara edecek!!!
Hemen oğlan çocuğunu oracıkta öldürürler, eşeği de tekrar tarlaya
sokarlar ve çocuğun “şehit olduğu” haberini etrafa yayarlar.

Yazar : M. Abbas Orabi 


Çarşamba, Şubat 18, 2009

Beş Hükme Göre Sabrın Bölümlere Ayrılması


Sabır, beş kısma ayrılır :
1 - Vacib,
2 - Mendub,
3 - Haram,
4 - Mekruh
5 - Mubah
1 - Vacip olan sabır üç nevidir :
- Birinci nevi, haram ve yasaklara karşı yapılan sabırdır.
- İkinci nevi, farz ve vaciplerin edaları üzerine sabırdır.
- Üçüncü nevi, hastalık ve fakirlik gibi kulun tesiri olmayan musibetlere karşı yapılan sabırdır.
2 - Mendub olan sabır :
- Mekruhlara karşı yapılan sabırdır.
- Müstahabların edaları üzerine sabırdır.
- Yapılan bir zararın mislini yapıp, fazlasını yapmamaya sabretmektir.
3 - Haram olan sabrın da bir kaç nevi vardır :
- Yemeyip, içmeyip ölünceye kadar sabretmek haramdır.
İmam Tavus ile İmam Ahmed dediler ki, her kim açlıktan çaresiz kalıp da ölmüş hayvan etini veya kanını yemeyip ölürse cehenneme girer.
Eğer "dilenmekten başka çaresi olmayan kimsenin dilenmeyip sabretmesinin hükmü nedir" diye sorulursa buna şöyle cevap verilir:
Bu sabrın hükmünde iki görüş vardır:
- Bir görüşe göre bu sabır haramdır,
- Diğer bir görüşe göre ise, bu sabır mübahdır.
Bu iki görüşden bence daha doğru olanına göre, o kimsenin dilenmeyip sabretmesi caizdir.
Ahmed b. Hanbel'e: "o kimsenin dilenmediği takdirde ölmesinden korkulur" diye sorulduğunda, o da:
"ölmez ölmez, Allah onun rızkını verir. Allah Teala, onun ihtiyacını ve dilenmeyi terk etmesindeki samimiyetini görünce rızkını bahşeder." diye cevap vermiştir.
Buna göre Ahmed b. Hanbel (r.a),dilenmeyi her halükarda menetmiştir. Fakat Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafii mezhebinden olan diğer bir çoklarına göre ise, o kimsenin dilenmesi vaciptir. Şayet dilenmeyip ölürse günahkar olur. Çünkü dilenmek onu ölümden kurtarır.
Bir insanın, üzerine yırtıcı hayvanın veya yılanın ya da yangın, taşkın vs. veya bir kafirin öldürmek için geldiğini gördüğü halde kaçmayıp sabretmesi haramdır.
Fakat müslümanlar arasında bir fitne ve savaş çıktığında teslim olup sabretmesi mubahtır, hatta müstahabdır. Nitekim bir çok naslar buna delâlet etmektedir. Resul-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)'den bu konu hakkında sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
"Adem aleyhisselam'ın iki oğlundan hayırlı olanı gibi ol." (Kabil'in öldürdüğü Habil kasdedilmiştir.)
Diğer bir rivayette:
"Öldürülmüş olan Allah'ın kulu gibi ol, öldüren Allah'ın kulu gibi olma!"
Diğer bir rivayette ise:
"Bırak onu kendi günahını da senin günahını da taşısın!".
Diğer bir rivayette de:
"Kılıcın parıldaması seni ürkütürse, seni öldürünceye kadar elinle yüzünü kapat!"
Allah Teala, Adem aleyhisselam'ın iki oğlundan teslim olanın hayırlı olduğunu açıklamış ve bununla onu medhetmiştir.
Fakat bir kafir bir müslümanı öldürmek istediğinde müslümanın nefsini müdafaa etmesi ise vaciptir. Çünkü cihaddan maksad bir müslümanın kendini ve diğer müslümanları müdafaa etmesidir.
Ama bir kimse, malını ve canını müdafaa etmek için hırsızlarla çatışmaya girmeli mi yoksa teslim mi olmalıdır?. Bu konuda ihtilaf vardır. Fakat masum olan bir kimsenin müdafaa edilmesinin vacip olduğunda alimler ittifak etmişlerdir.
Bir kimse, bir şahsın kendisine veya zevcesine tecavüz etmek istediğinde o şahsın buna karşı sabretmesi kesinlikle caiz değildir.
4 - Mekruh olan sabrın da bir çok kısımları vardır :
- Birincisi, bir kimsenin kendi bedenine zarar verecek şekilde yemeyi, içmeyi, giyinmeyi ve zevcesiyle cinsi münasebeti terkederek sabretmesi mekruhtur.
- İkincisi, zevcesinin cinsî münasebete ihtiyacı olduğu halde onunla birleşmeyerek sabretmesi mekruhdur.
- Üçüncüsü, mekruh olan işleri yapmaya sabretmek mekruhdur.
- Dördüncüsü, müstahap olan işleri yapmamaya sabretmek mekruhdur.
5 - Mubah olan sabır :
Mükellefin, yapıp yapmaması arasında muhayyer olduğu bir işi yapmamaya veya yapmaya sabretmesi mübahdır.
Netice olarak :
- Vacibi yapmaya sabretmek vaciptir.
- Vacibi yapmamaya sabretmek haramdır.
- Harama karşı sabretmek vacibdir.
- Haramı işlemeye sabretmek de vaciptir.
- Müstahabı yapmaya sabretmek müstahabdır.
- Müstahabı yapmamaya sabretmek mekruhdur.
- Mekruhu terketmeye sabretmek müstahabdır.
- Mekruhu işlemeye sabretmek mekruhdur.
- Mubahı işlememeye sabretmek mübahdır.
En iyisini Allah bilir.
( İbni Kayyim el-Cevziyye,Uddetü's-Sabirîn ve Zahîretû'ş-Şâkirîn )
(( Sabredenler ve Şükredenler ))

YâSîn Sûresi (71-73). Âyet-i Kerîmeleri ve Meâlleri

YâSîn Sûresi (71-73). Âyet-i Kerîmeleri ve Meâlleri

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ (٧١)

وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ (٧٢)

وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلَا يَشْكُرُونَ (٧٣)

(71) Görmediler mi ki, muhakkak Biz onlar için (kudret) ellerimizin yaptıklarından dörder ayaklı hayvanlar yarattık, artık bunlara mâliktirler.

(72) Ve onlara bunları musahhar (itaatkar) kıldık. Artık bunlardan onların binecekleri (hayvanlar) vardır ve bunlardan yiyiverirler.

(73) Ve onlar için bunlarda menfaatler ve içilecekler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

Cumartesi, Şubat 14, 2009

Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terketmek lâzımdır

İ'lem Eyyühel-Aziz!

Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terketmek lâzımdır:

1- Dünyanın ömrü kısa olup, sür'atle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.

2- Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.

3- Seni intizar etmekte ve senin de sür'atle ona doğru gitmekte olduğun "kabir", dünyanın zînetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünki dünya ehlince güzel addedilen şey, orada çirkindir.

4- Düşmanlar ve haşerat-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki müvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı müvazenedir. Maahaza, Cenab-ı Hak da, bir saatlik lezzeti terketmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise, kayıdlı ve kelepçeli olarak sevkedilmezden evvel, Allah'ın davetine icabet et.

Fesübhanallah, Cenab-ı Hakk'ın insanlara fazl u keremi o kadar büyüktür ki, insana vedia olarak verdiği malı, büyük bir semeni ile insandan satın alır, ibka ve himaye eder. Eğer insan o malı temellük edip Allah'a satmazsa, büyük bir belaya düşer. Çünkü o malı uhdesine almış oluyor. Halbuki, kudreti taahhüde kâfi gelmiyor. Çünkü arkasına alırsa, beli kırılır; eli ile tutarsa, kaçar, tutulmaz. En nihayet meccanen fena olur gider, yalnız günahları miras kalır

( Bediüzzaman Said en-Nursî(r.a),Mesnevi-i Nuriye )

basmalah_sparkling

Arama Motoru / Search